Info Beyaz Zambaklar Ülkesinde Sesli Kitap Grigoriy Petrov. Atatürk'ün okul müfredatlarında mutlaka olmalı ve bütün öğrencilere okutulmalı dediği kitap. Kitabı dinleyin neden öyle demiş anlarsınız. BeyazZambaklar Ülkesinde Atatürk'ün Okullarının Müfredatına Konulmasını İstediği Kitap Yazar Grigoriy Petrov'un çeşitli aralıklarla çıktığı Finlandiya seyahatl Kargo ve Teslimat Gizlilik ve Güvenlik Beyaz Zambaklar Ülkesinde Kitabının konusu; Finlandiya’nın modernleşme ve kalkınma mücadelesi oluşturmaktadır. Finlandiya sadece bataklıklardan ve kayalıklardan oluşuyorken, toplumun her kesiminden insanın bir araya gelmesi ve ülkeyi bataklık içerisinden kurtarma çabaları kitapta işlenmekte. Halk, ufak değişimler yaparak ISBN: 9789944983990. Kitap Açıklaması: “Rus edebiyatının büyük yazarlarından Grigory Petrov tarafından kaleme alınan Beyaz Zambaklar Ülkesinde, her sayfasında altı çizilecek önemli dersler veriyor. Dünya klasikleri arasında yer alan roman, uzun yıllar farklı ülkelerin egemenliğinde yaşamış bir toplumun kendi ayakları BeyazZambaklar Ülkesinde Kitap Özeti. 1923 Yılında “Zidari Jivota” (Hayatın Mimarları) ismiyle Sırpça basılan kitap 1928 yılında Ali Haydar Taner tarafından ilk defa Türkçe’ye çevrilmiştir. Rusya, Yugoslavya, Bulgaristan’da olduğu gibi kitap Türkiye’de de büyük yankı uyandırdı. Ancak Mustafa Kemal Atatürk Fast Money. Kitabın Adı Beyaz Zambaklar Ülkesinde Yazar Grigory Petrov Baskı Tarihi Ekim 2007 Sayfa Sayısı 128 ISBN 9789758243204 Çeviri Prof. Dr. Ali Haydar Bey Yayınevi Hayat Yayın Grubu Kitabın Türü Roman, Felsefe-Düşünce, Edebiyat KİTAP HAKKINDA Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretti. Türk askerleri ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka bu kitabı okumalıydılar. O vakitler, kitap o kadar çok ilgi gördü ki, Kuran-ı Kerim’den sonra en çok okunan kitap haline kitap tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir. KİTAP YORUMU Cahil Okur’dan herkese selamlar… Blogumun yeni kitap yorumu ile karşınızdayım. Bu gün adından “Atatürk'ün Askeri Okulların Müfredatına Konulmasını Emrettiği Kitap” olarak sürekli duyduğumuz Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde kitabını değerlendireceğiz. Lafı uzatmadan hemen yorumlamaya geçelim. İçerik Yorumu Beyaz Zambaklar Ülkesi’nde kitabı son zamanlarda okuduğum en güzel kitaplardan bir tanesiydi diyerek yorumlamaya başlamak istiyorum. M. Kemal Atatürk’ün bu kitaba bu denli önem vermesinin altındaki nedeni okuyunca daha net anlıyorsunuz. Övgüleri kenara bırakıp içerik açısından Beyaz Zambakla Ülkesi’nde kitabını değerlendirmeye geçecek olursak, kitabın her satırı bir ders niteliğinde gerçekten. Grigory Petrov’un kaleme aldığı her satır gelişmekte olan toplumlar için “bana göre” bir yol haritası niteliğinde. Kitabın içerisinde altını çizdiğim kelimelerin hepsi bana farklı bir bakış açısı kazandıran ve “Gerçekten keşke böle olabilse ve benim ülkemde daha iyi bir konuma gelse” dedirtti. Özellikle askeri kışlalarla ilgili olan bölüm de, kitapta geçen fikrin önemli olduğu kanısındayım. Çünkü okullardan sonra insanların hayatına yön verebileceğiniz en önemli yerlerden birisi de kışlalar. İçerik ile ilgili olmasa da kitabın bana gösterdiği güzel bir ayrıntıyı da sizinle paylaşmak istiyorum. Robinson Crusoe kitabının bir esinlenme olduğunu da Grigory Petrov sayesinde öğrenmiş oldum. Gerçek şu ki; Daniel Defoe bu kitabında İbn Tufeyl’in “Hay Bin Yakzan” Ruhun Uyanışı adlı eserinden esinlenerek yazdığı edebiyat çevrelerince kabul görmüş bir gerçekmiş. Robinson Cruose kitabını okumak isteyen bir adam olarak bu ayrıntıyı öğrenmek beni mutlu etti. İçerik Puanım 5 üzerinden 4,8 ÇEKİLİŞE KATILMAYI UNUTMAYIN LÜTFEN Yazım Dili Yorumu Grigory Petrov aynen eserinde bahsettiği gibi kullandığı dil herkes tarafından anlaşılabilecek seviyede bir eser kaleme almış. Kitabı ilkokul çağındaki bir çocuk da ilk defa kitap okuyan bir kimsede rahatlıkla anlayabilir. Ki bu; esere sizi daha çok bağlayan bir unsur olabiliyor ilerleyen sayfalarda. Yazım Dili Puanım 5 üzerinden 4,8 Yapısal Yorum Elimdeki baskı Manisa Valiliği tarafından yürütülen “251 Bin Dev Öğrenci Projesi” kapsamında Hayat Yayın Grubu’na bastırılan bir baskı. Kapak tasarımını beğenmemiş olsam bile iç baskıda herhangi bir hata ile karşılaşmadım. Yapısal anlamda dört dörtlük olmasa da içeriğin tartışmasız güzelliği nedeniyle bu tip aksaklıklar fazlaca gözünüze çarpmamakta. Yapısal Durum Puanım 5 üzerinden 4,6 SEÇTİĞİM SÖZLER İlim, felsefe, sanat ve din hep insanın olgunlaşmasını için vardır. Eğer tüm bunlar yeryüzünde daha mutlu, daha aydınlık ve gerçekten cennet hayatı sunmaya ve kurmaya hizmet etmeyeceklerse hiçbir önem ve değer taşımıyorlar demektir. Sayfa 8 - Eğer halka güvenmeyip de Rusya'da olduğu gibi biletçi veya kontrolcü kullanmak isterseniz, kontrolcuları da kontrol etmek gerekir. Biz kontrolcüye değil, halkımıza inanırız, insana inanırız Sayfa 22 Yöneticiler iyi veya kötü olsunlar, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer yansımasıdırlar. Sayfa 31 Her millet iktidar mekanizmasının başına ya kudretli ya da önemsiz kişileri geçirir. Bunlardan birinin işbaşına gelmesi milletin ahlaki seviyesi ve yaşantısına bağlıdır. Sayfa 35 Eğitim almış olanların tümü milli düşünceyi geliştirmeye, milli ruhu uyandırmaya, milli iradeyi güçlendirmeye mecburdurlar. Sayfa 41 İnsanlığın yaratılışında var olan kin, intikam ve vahşet, azgın deniz dalgalarının alçak yerlere saldırması gibi, insanlar arasında da başkalarının haklarına karşı saldırlar halinde sürüyor. Sayfa 52 İnsanlığın yaratılışında var olan kin, intikam ve vahşet, azgın deniz dalgalarının alçak yerlere saldırması gibi, insanlar arasında da başkalarının haklarına karşı saldırlar halinde sürüyor. Sayfa 52 Hayattaki düzensizliklerin en büyük nedenlerinden biri şudur ki, herkes hayatında refaha kavuşmayı arzu eder, fakat hayatını terfi ettirmesini ve bizzat çalışma sonucunda hayatını daha iyi bir biçimde düzenleme ihtiyacını hissetmez. Sayfa 71 Eğer gençliğin ruhunu tarım yapılmayan bir tarla gibi kendi haline bırakırsanız, orada ısırgan otları ve dikenler yetişir. Sayfa 72 …sen Tanrı olmadığın gibi Tanrı’da sen değildir. Tanrı’nın ve senin savaşma tarzı, hedefleri,duyguları aynı değildir.. Mene Tekel Peres’ diyerek karşılıyor beni Petrov. Özellikle vurguluyor Düşüncesiz Olmayın!’ diyerek, kitap bir solukta bitecek ama sen sürekli düşüneceksin diye ikaz ediyor beni. Öylesine bir anlatıma sahip ki o kadar çok bilgiyi nasıl bir anda yükleyebildim zihnime bende anlamış değilim. Kah üzüldüm, kah umutlandım, kah lanet ettim ama bir kez daha öğrendim her satırda durup bir kez daha düşündüm. Haklıydı Petrov düşüncesiz olamazdım. Ben insanım yaratılmış her canlıdan daha üstünüm düşünmek benim işim, bana özgü bunu değerlendirmeliyim. Ve bir kez daha teşekkürler Petrov unuttuğumuz değerleri bizlere hatırlattığın için. İncelediğimiz kitap Beyaz Zambaklar Ülkesinde’. Sizlere analiz ettiğim birkaç notu aktarmak istiyorum. Kitabı bitirdiğimde ki düşüncelerimi, okurken ki hislerimi ve altını çizdiğim notlarımı.. Mene Tekel Peres.. Öylesine bir hisle başlattı ki bu söz beni kitaba merakla çevirdim her sayfasını çevirdikçe bir şeyler takıldı aklıma mesela, Snelman’ın bir sözü ki 1800lü yıllarda söylemiş olmasına rağmen hala doğruluğunu kanıtlayabiliyoruz ; Aydın olmak modaya uygun elbiseler giymek yada kolalı ve modern şapka takmak değildir. Ne kadar da haklı, 19ncu yüzyılda söylenmiş bir sözü 21yüzyılda da sizlere sunabilirim. Hani derler ya sonradan görme diye bizde birazda onları anımsattı bana, toplumumuzda kendine alakasız bir kartvizit oluşturmuş , bilgisi sadece kendine yetecek insanlar fazlasıyla mevcut ama çevrelerinden birazcık uzaklaşsak belki de bir apartman ötelerine yada bir mahalle gerisine gitsek seviye fazlasıyla değişiktir. Peki mum dediğin çevresine ışık saçmaz mı? Eğer ortada bir yanlış varsa kökene inmemiz gerekir. Hele ki bu kitabı inceliyorsak çok kapsamlı bakmamız her ayrıntıyı incelemeliyiz. Çünkü burada toplumu ele alıyoruz, o halde toplumu bir çiçek gibi incelemeliyiz, önce tohuma sonra fidana sonra yapraklara sonra dikenine en nihayetinde çiçeğine bakmalıyız.. Aile diyor Snelman, Aile en büyük problem Finlandiya’da. Aslında sadece orada değil her toplumda aile en büyük problem çünkü toplumumuz çiçekse, ailemizde tohum bu durumda.. Hemen hemen her toplumda büyük kitleyi çocuklar-gençler oluşturuyor ve toplumda şikayetlerini onların üzerinden sürdürüyor. Hapislerde ki çocuklardan, hırsızlık yaptı, onu öldürdü, eroin kullandı diye gidiyor hayıflanmalar.. Peki nasıl açıklamalı bu durumu? Snelman’ın açıklamasını direk aktarmak istiyorum;Anne-babalar çocuklariyla hiç ilgilenmezler. Ara sira onlara sekerleme ve oyuncak almaktan öteye bir is yapmazlar. Bu durum karsisinda çocugun akli, fikri, ruhu islenmemis bir tarla gibi kalir. Buraya yararli hiçbir sey ekilmis olmaz. Anne-babalar çocuklara “yalan söyleme,yaramazlik yapma,bu hareket kötüdür, nefret uyandirir, günahtir,” gibi nasihatlerde bulunurlar, ama nasihatleri veren kisiler birbirlerini aldatirlar. Onlarin yaninda öyle davraniniz ki sizin meziyetlerinizi bizzat görerek sizi sevmeye baslasinlar’ Gençleri suçlarlar her zaman, dikkat edin anne babalara yada topluma hep bir şikayet söz konusu, peki düşünülüyor mu gençleri böyle yapan nedir, onları yanlışa iten nedir? Sanırım Snelman yukardaki alıntıda buna en güzel cevabı vermiştir. Gerçektende kitabı okudukça her defasında ne kadar doğru diye tekrarladığımı fark ettim her bölümde bir pay çıkarttım günümüzden, ilgisiz anne-baba örneği o kadar çok ki çevremde. Hatta sizde hak vereceksiniz bana; Annelerin çoğu ev hanımı çocuk henüz bebekken bile 1-2 yaş çocuğuyla ilgilenmek yerine ona bir şeyler öğretmek yerine önüne oyuncakları döküp hemen boş kutuya televizyona yöneliyor. Aslında şu sıralar gelişen teknolojimizle daha çok bilgisayarlara yöneliyorlar. Snelman’da buna benzer açıklamalar yapmıştı ama ben kitaptan alıntıya değil kendi gözlemlerime yer vermek istiyorum. Bilinçsizce yapılan evlilikler henüz kendisi yetkinliğe erişememiş insanların evliliğinden doğan bebekler de bilinçsizce yetiştiriliyor. Bu tür ailelerin olduğu toplumda bozukluklar olması şaşırtıcı olmasa gerek.. Kitapta özellikle bir nokta var ki şikayet eden ailelere verilecek en güzel cevap Ya sizler en başında onların çocukların kanatlarını kırdıysanız?’ Kitap genel olarak bu şekilde açıklayarak gayet iyi bir şekilde aksayan yönleri nasıl çözümleyebiliriz’e cevap veriyor. Geçim sıkıntısı çekilen, eğitim seviyesi düşük, yaşam kalitesi kötü olan toplumlar nasıl kalkındırılmalı, yada dediğim gibi aksak yönler nasıl giderilmeli tüm detaylarıyla anlatılmış. Benim ilgimi çeken bir önemli kısımda Karokep’le tanıştığım bölüm oldu. Dışarıdan baktığımızda insanları yargılamak ne kadar kolay değil mi? Bir hırsız görsek ona öfkemizi kusarız, yada bir katile lanetler yağdırırız. Tabi ki hiçbir gerekçe onların kötü olmasını gerektirmez ama belki bazı gerekçeler bizim onları anlayabilmemize yardımcı olabilir. Bunu bir kez daha gördüm Johan Karokep’in hikayesini okuduğumda. Detaylara girmeden bir kısmı aktaracağım etkilendiğim; Sizi öldürmek istiyordum şimdi söyleyin bana Hıristiyan papaz kendi katiline ne yapar? Öylesine anlamlar var ki aslında bu bölümde keşke hepsini aktarabilsem ama kısaca değinirsem toplumca katil, hırsız,kötü olarak bilinen Johan’ın yüreğini görebiliyoruz bu bölümde. Yoksa hangi kötü insan öldürmek istediği insana bu soruyu sorabilir? Söyler misiniz kim isteyerek kötü olmayı seçer? Kim kötü olmak ister? Hepimiz bir’iz oysa ki siz ister misiniz? Ben neden isteyeyim ki, o neden istesin ki? İşte tüm bunları düşünüyoruz ve bir kez daha iyi olmanın sonuçlarını tartıyoruz ister istemez. Bir an kitabın içine girip o papazın boynuna sarılmak isterken buldum kendimi ne yalan söyleyeyim, böylesine merhamet dolu olsa herkes bir toplulukta nasıl kötü olabilir ki? Bu güzel yürek olsa her yerde kötüden nasıl söz edilebilir ki.. Johan’ın olduğu bölümde bir şeye daha değinmek isterim, gezici kütüphanelerden bahsediyor Petrov burada hemen aklıma Eşekli Kütüphaneci Mustafa Dede’ bilir misiniz kendisini.. 1943 yılında kütüphane de memur olarak çalışan ve Eşeğiyle köy köy gezerek insanları okumaya teşvik etmiş güzel insanlarımızdan birisidir. Burada her iki örneğe de baktığımda hatta kitabı tamamen bitirdiğimde de tek bir ortak nokta çıkartıyorum çözüm olarak; Merak.. İnsanlarımız merak etmiyor, içlerinde bir öğrenme sevgisi yok. Gerek Finlandiya da olsun gerekse bizim ülkemizde. Bir toplumun kültür seviyesini yada yaşam standardını belirleyen şey eğitim durumu yani aldığı diplomalar değildir bana göre, merakı öğrenme isteğidir. Bir toplumda ne kadar çok insan merak ederse ne kadar çok insan öğrenme isteğiyle doluysa o kadar ilerler o kadar seviyesini yükseltebilir. İlk verdiğim örneği düşünürsek ben dünyanın en iyi sosyoloğu da olsam içimde bir merak yoksa, çevreme bilgi veremiyorsam aktaramıyorsam çevremde beni bilgi almak için alıkoyan insanlar yoksa ne faydası olur ki en iyi olmamın. İşte tüm bunları o kadar güzel anlatmış ki Petrov, her sayfasında düşünüyor insan acaba ben ne yapabilirim diye, ben küçücük bir cevap buldum bile kendime. Yetinmemeliyim, insan bilgi okyanusunda bir damla su buldum diye nasıl yetinebilir, akıl almaz bir şey bu. Evren keşfedilmek için duruyor işte, ve önümüzde bir hayat var nasıl bundan habersiz kalıp sadece ihtiyaçlarımızı karşılayarak devam edebiliriz ki hayata çok garip. Bunu anlatmalıyız bizde çevremize, en profesyonellere bile ben en iyi sosyolog olsam ve hala toplumumda aksaklıklar söz konusuyla bununla övünemem bile, koca bir safsatadan başka bir şey olmaz yaptığım. En iyiyim ama toplumun aksak yanlarından bana ne? Ben kendi işime bakarım? Bu mu yani? Böyle mi devam etmeliyiz? Eğer böyle devam edersek sonumuz ne yazık ki pek parlak olamaz. Daima en ileriye gitmeli ve yanımızda da başka beyinleri götürmeliyiz, aynı şekilde başka yerleri de merak edip başka beyinlerin bizi götürmesini istemeliyiz bunun için çabalamalıyız. Milyonlarca halk hayvan gibi yaşıyor.. Kirli ve pasaklılar, aptallar. Tek düşünceleri var ; o da midelerini doldurmak…’ Bir bakın ülkemize tanıdık yüzler görmüyor musunuz zihninizde? Çok uzaklara gitmemize gerek bile yok Ankara da hemen ilerimizde Ankara kalesinin etrafına bir göz atın, üstü başı kir pas içinde çocuklar, yırtık kazaklarla gezen ayağında terlikle kadınlar göbeği dışına sarkmış atletli kirli yüzlü adamlar göremez misiniz? Bu kadın ve adam aptal olabilir mi? Hani belki doğuştan bir zihin hastalığı vardır? Elbette bu da olabilir, ama hepimiz biliyoruz ki çok sağlıklıları da var içlerinde peki ya durumları neden öyle? Neden kendilerine çeki düzen vermiyorlar? Yanlarında yetişen çocuklar birkaç yıl sonra bu toplumun parçası olmayacaklar mı? Şuan sadece kadın ve adam bile toplumun bir parçasıyken toplumu dibe doğru çekerken birde çocukları eklenecek peki buna nasıl izin verebiliyoruz? Sadece bahsettiğim yerde değil ne yazık ki ülkemizin hemen hemen her köşesinde bu ve daha kötü durumda aileler görebiliriz. Peki söyler misiniz nasıl içimiz rahat uyuduk bunca zaman, bundan sonrada uyuyacağız en fazla 1 hafta daha aklımızda olacak bu tür insanlar sonra geri eski yaşamımıza döneceğiz. İşte bu yüzden kızıyor Snelman hem kendi halkına hemde okuyan tüm insanlara Ülkede ne kadar cahil, tembel, katil, hırsız var bir sayın. Çocukluk ve gençlik yıllarında doğru eğitilselerdi çoğu vatanına faydalı insanlar olurdu’ diyor. Siz alınmıyor musunuz üzerinize ben okudukça her satırı daha çok kızarıyorum suçluluk duygusuyla, sadece bu kitabı okuduğum andan itibaren olan bir şey değil bu. 2010 yılından bu yana yaşadığım bir şey aslında. Tanıdığım o kadar çok insan var ki kötü olmak istemeyen ve bataklıktan çıkmak için çırpınan ama ellerinden tutan kimse yok. Tam tersine onları yargılayan damgalayan insanlar çok daha fazla. Böyle bir toplumda kötünün yok olmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Evet eğitim alıyoruz ve bizler toplumun aksayan yönlerini bulup onarmalıyız, peki bu sadece bizimle olabilir bir şey mi? Eğer sadece bizimle olsaydı bizden öncekiler çoktan halledemez miydi? Tabi ki halledebilirlerdi kitapta her bölümde parça parça sorunları görüyoruz ve hepsinin altında öznellik yatıyor, yani herkes aslında tek başına hareket etmeli yani demek istediğim herkes bu senin görevin diyerek başkasına yüklememeli çözümü, herkes tekil olarak ister boyacı olsun ister aşçı ister doktor herkes ama herkes bu benim sorunum’ diyebilmeli. Herkes birden bahçıvan olmalı ki her yerdeki güller kokusuyla görüntüsüyle muhteşem olarak yetişebilsin. Kitaptan bir alıntı daha vermek istiyorum; Köye gitmek insanı korkutuyor. Vaziyet tüm insanlık, toplum ve sözde kültür adına utanç verici. Düşünüyorum da uzaklarda ve yükseklerde tiyatrolar konserler ressamlar ve yazarlar, parlementolar ve akademiler var, burada ise milyonlarca insan için cehennemden başka bir şey yok’ Benciliz değil mi? Ne zaman oturup cahil dediğimiz eğitimsiz insanlara bir şeyler öğretmeye çalıştık? Ne zaman insanları önemsedik toplum olarak çözüm ürettik? Ne zaman kendi vaktimizden kendi menfatimizden feragat ettik? Bir doktorun notuna yer verilmişti kitapta Devlet büyük bir ailedir Halk kitleleri ise sizin küçük kardeşlerinizdir. Onların kötü yaşam biçimleri toplumun üst sınıflarının utancı ve cinayetidir’ Daha nasıl anlatılabilir ki? Ben kitaba çok kötü durumda olan Finlandiya’nın yükselişi olarak bakmıyorum, aksine yıllarca gelişmekte olan Türkiye’nin ayıbı olarak bakıyorum. Bunlar aslında hepimizin bildiği şeylerken üstelik 1928 de Türkçeye çevrilmesine 1930dan beri ulaşılabilen bir kaynak da varken önümüzde hala toplumumuz da geri kalmışlıklar söz konusu. Ülkenin bir bölümü 21yy’ı yaşarken bir diğer kısım hala insan olmanın ayrıcalığından yoksun. Bir çok sebebi olabilir bunların bir çok sıkıntımız olabilir maddi manevi ama Türkiye’nin başkentinde Ankara’da aralarında çok değil belki de 20 km olan 2 semt arasında yaşayan insanlar arasında büyük bir fark varsa buna hiçbir gerekçe gösterilemez bu ayıptır, ve en acısı bu hepimizin ayıbıdır.. Bir köşede insanlar kokteyller için servet harcarken, hastanede ameliyat parası olmadığı için çocuklar ölüyor mesela, bir tarafta dünden kalma olduğu için koca bir tencere yemek çöpe dökülürken diğer tarafta illa ülkemizde değil mesela Afrika’da bir damla su bulamadığı için, yiyecek kuru bir ekmek parçası dahi olmadığı için çocuklar ölüyor. Kişiselleştirmeye gerek yok hangi dili konuşursak konuşalım hangi ırktan olursak olalım hangi dine inanıyorsak inanalım bu dünya hepimizin. Evren hepimizin evi ve biz ne kadar bencil olursak o kadar çok kaybedeceğiz. Görünürde kazanıyor olsak da farkında olmadan insanlığımızı kaybediyoruz. Kendi çıkarlarımıza yöneldikçe çevremizi göz ardı ettikçe değil toplumu kurtarmak ne yazık ki insanlığımızı dahi kurtaramaz hale geleceğiz. Tüm ülkeleri, tüm insanlığı kapsayacak bir alıntıyla analizime son vermek istiyorum 1800lü yıllardan beri gene haklılığını koruyan ve bundan sonra buna ihtiyaç duymamayı dilediğim bir söz; Artık parti kavgalarıyla kişisel sorunlarla ilgilenmek yerine halkın sağlığının korunmasıyla ilgilenmek gerekiyordu’ Eğitim Öğretim İle İlgili Belgeler > Kitap Özetleri > Roman Özetleri BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE ÖZET KİTAP ÖZETİ ROMAN ÖZETİ GRİGORY PETROV Finlandiya'nın tarihinin son aşaması Fin Kültürü'nün hayranlık uyandıran gelişimini ve düşünce gelişimini yakından incelemiş bir yazarın izlenimleridir. Bu izlenimlerin ağırlık merkezi, bir zamanlar bataklıklar diyarı olan Finlandiya'yı "Beyaz Zambaklar Ülkesi"ne dönüştüren kültürel ve sosyal çalışmaların anlatımıdır. Bu çalışmalar arasında Finli aydınlarla halk arasındaki sıcak ilişki ve yakınlaşmanın büyük yeri vardır. a. Finlandiya'nın Tarihi; Bugünkü Fin toprakları yüzlerce yıl Rusya ile İsveç arasında doğal bir kale hizmeti görmüştür. Bölgede geniş bataklıklar ve girilmesi zor ormanlar olduğundan ne Ruslar, ne de İsveçliler bu topraklardan ordularını ve ihtiyaç maddelerini geçirememişlerdir. 1808 yılından itibaren Finlandiya bir Rus eyaleti oldu. Bu durum 1nci Dünya Savaşına kadar sürdü. Bu süreçte Finlandiya Çar 1nci Aleksandr tarafından verilen imtiyazlar nedeniyle kendi içinde bağımsız oldu, yasalarını ve yönetimini kendisi belirleme hakkına kavuştu. Finler, asırlar boyu kimi zaman İsveçlilerin, kimi zaman da Rusların egemenliğinde kalmışlardır. Bu süre zarfında savunma ve diplomasi alanında çaba içinde olmayıp, bütün güçleriyle milli bir Fin kültürü meydana getirmeye çalışmışlardır. b. Finlandiya'nın Coğrafyası ve Sosyal Durumu ; Avrupa'nın en kuzeyinde bulunan Finlandiya'nın sert iklimi vardır. Havası genellikle sislidir. İlkbaharda bile don görülür. Çoğu yerler sarp granit kayalarla kaplıdır. Kalan yerler ise oldukça çukur ve bataklıktır. Ülkede maden namına hemen hemen hiçbir şey yoktur. Tarım bilgi güçlükle yapılabilmektedir. Halkı da hiçbir zaman tam bağımsızlıklarını elde edememiştir. Kimi zaman bir komşusunun, kimi zaman da diğer komşusunun yönetimi altında bulunmuştur. Finler kendilerine "Suomi" derler ve çok sevdikleri ülkelerini "Suomi" diye tanımlarlar ki bu "Bataklık arazi" anlamına gelmektedir. Finlerin sahip oldukları büyük kültür ve medeniyet, halkın bizzat kendi çabasının ürünüdür. Finlandiya'da hiç kimse içki içmez. 1907 yılında çıkarılan bir yasayla insana sarhoşluk veren her türlü içkinin satılması yasaklanmıştır. c. Lider Halk arasındaki bağlantının incelenmesi; Bu kitapta, bir milletin kamu kuruluşlarının, okullarının ve askeri kurumlarının birbiriyle işbirliği yaparak ülkeyi kalkındırmak ve yükseltmek için neler yaptıklarını açıkça göstermiş, özellikle Finlandiya'nın yükselmesi için bazı kişilerin gösterdikleri fedakarlık ve başarılardan söz edilmektedir. Bazı kahraman ruhların, Fin milletini nasıl kahraman millet haline getirdikleri anlatılmıştır. Carlyl'a göre millet cansız bir kil tabakasından ibarettir. Eğer ona bir sanatçının eli değmeyecekse, sonsuza dek şekilsiz ve hareketsiz kalacaktır. Ama Cesar Sezar, Napoleon, Büyük Petro, Sokrates ve Muhammed gibi bir sanatkar, bir büyük adam, bir önder, bir kahraman çıkıp da bu kili eline alacak olursa, ona istediği şekli verebilir. Evet, büyük adam bir kahramandır, bir yıldırımdır. Ama halk kitlesi ne kil tabakası, ne de saman yığını değildir. O, yıldırımı meydana getiren milletin kendisidir. Ne zaman bulut kümesi, elektrik oluşturursa yıldırım da kendiliğinden oluşur. Eğer bulutlar elektrikle yüklü değilse, hiçbir zaman şimşek veya yıldırım oluşmaz, yalnızca bulut nemli bir buhar halinde kalır. Milletler de böyledir. Eğer bir millet büyüklük ve kahramanlık özelliklerini taşıyorsa ondan yıldırımlar doğar, kahramanlar çıkar. Eğer halk kitlesi nemli bir buhar yığınından ibaretse, hiçbir güç ondan yıldırım çıkartamaz. Ülkenin refah ve mutluluğunun ve toplumun onur ve şerefinin halkın iradesine bağlı olduğunu kanıtlayan çarpıcı bir örnek olması açısından küçük ve yoksul bir ülkeyi gösterebiliriz. Burası iki milyonluk bir nüfusa sahip olan Finlandiya'dır. d. Kitapta incelenen sosyal olaylardan örnekler; Bataklık ve ölüm vadisi, yoksulluk ve sefalet yuvası olan Finlandiya diye bilinen, yeryüzünün kuzeyinde, kışı uzun, toprakları verimsiz ve çorak bir ülkede; köy kooperatiflerinin, köy öğretmenlerinin, gönüllü doktorların gayret ve aydınlatmalarıyla, bugün nasıl mutluluklar ve güzellikler ülkesi olduğunu; halk gücünün en küçük ortaklık ve belirtisinin aynı yıl içinde ne şekilde biri, yüze, bine, on bine, milyona çıkarttığını servetler ve mutluluklar fışkırttığını, demokrat bir millet ne demektir, topyekün bir millet nasıl yükselir, aydınların halka karşı rolü nedir, gerçek yurtseverlik nasıl olur? Halka gerçek hizmet nasıl yapılır? Bir avuç aydının kendilerini halka adayan fedakarlıklarıyla, bütün bir çalışma ve üstün gayretler sayesinde Fin ailesi gaflet uykusundan uyanmış ve büyük bir hızla ilerleme ve yükselmeye başlamıştır. Bu kitapta; harap olmuş bir ülkeyi imar eden, yurdun gelişmesi ve yükselmesi için hiçbir sınıf farkı gözetmeden hep birlikte ve aynı amaçla çalışan; bataklıkları kurutan, sarı tenli, uçuk dudaklı, zayıf bilekli insanlarla çalışarak, bataklıklarını gül bahçelerine ve zümrüt ovalar haline; sarı tenli insanlarını tunç rengine, uçuk dudaklı çocuklarını yakut kızıllığına, zayıf bilekli çocuklarını demir bileklere dönüştüren bu çalışkan Finlerin milli şuurunun bu kadar olağanüstü ve benzersiz olduğu anlatılmakta. Eserin en güzel bölümlerinden biri de, askeri kışlaların nasıl bir halk okulu olduğunu anlatan kısımlardır. Eski Finli Subayların eğitimi eksikti. Okuldan çıktıktan sonra hiç okumaya, araştırıp düşünmeye yönelmezler, hiçbir toplumsal ve ulusal idealleri yoktu. Yalnızca mağrurca kılıçlarını şakırdatmasını bilirler, şık üniformaları içinde sürekli para harcamaktan başka şey bilmezler, dans salonlarında bilgi dans etmekte üstlerine yoktu. Çoğu içki ve kumardan başını kaldırmazdı, Askerlere karşı sürekli kırıcı, kaba ve hatta zalimce davranırlardı, Askerler terhis olduktan sonra Vatan Ana, subaylara, generallere "Evlatlarımı nasıl yetiştirdiniz, sizin ellerinize teslim ettiğimiz yüzbinlerce civanıma ne öğrettiniz?" diye soracaktır. Kışlayı bir halk okuluna dönüştürme, hatta üniversite haline getirme ideali, Öyle ki, her bir asker, kışlada yaşadığı günleri yaşamı boyunca sevgi ve övgüyle ansın; kışladan öğrendiklerini hayatında başarıyla uygulayarak gurur duyması düşüncesinden hareketle; halk; bereket versin, onu kışla ıslah etti, o eğitimini kışladan aldı, askerliği sırasında dürüst, atik, çalışkan ve kibar olmayı öğrendi..., desin ve bu sözler birer atasözü olsun. Finlandiya, doğal zenginliklerinden yoksun, kıraç göllerle dolu bir ülke, bir zamanlar işgal altında, yabancı kamçısı altında inlemekteymiş. Bu ülke 60-70 yıl içinde akıllara durgunluk veren bir devrim yapmış, ileri ülkelerle yaptığı yarışta rekor kırmış. Bu ilerlemeyi de öyle büyük bilim adamları, güçlü liderleri olmadan yapmış, ama güçlü nesiller, büyük yurtseverler, çalışmayı seven yurttaşlar, inançları granit gibi sağlam bir toplum yaratmıştır. Ülkenin yetiştirdiği bu insanlar, isimsiz kahramanlar, yer altında çalışan işçiler, halkın aydınlanması için çalışan kültür savaşçılarıdır. Yalnızca yurtlarını ve halklarını düşünmüşler ve bu uğurda her şeylerini feda etmekten çekinmemişlerdir. Finler uzun yıllar milli kültürlerinin gelişmesi ve ilerlemesi için çalışmışlar ve bugün birçok Avrupa ülkesinden daha yüksek bir uygarlık derecesine ulaşmışlardır. Artık büyük ve küçük komşularının saldırısıyla, özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetme tehlikesinden kurtulmuşlardır. “ROMAN ÖZETLERİ ” SAYFASINA GERİ DÖNMEK İÇİN >>>TIKLAYIN>>TIKLAYIN>>TIKLAYINYorumu guzel bazı bolumler cok sıkıcı bazı bolumlerı de cokkk guzell ->Yazan ogrenci 10. **Yorum** ->Yorumu Bana zorla okulda okuttular ve çok sıkıcı geldi sadece Haydut Krokep bölümü güzeldi ileride tekrar okuyacağım. ->Yazan hiç 9. **Yorum** ->Yorumu şahane bir site burayı sevdimm ->Yazan Buse. Er 8. **Yorum** ->Yorumu SIZIN SAYENIZDE YÜKSEK BIR NOT ALDIM SIZE TESSEKÜR EDIYORUM... ->Yazan sıla 7. **Yorum** ->Yorumu Aslında bu kitabı okumam kısa bir sürede olduğu için yardımcı oldu teşekkür ederim... ->Yazan Zehra 6. **Yorum** ->Yorumu SÜPER OLMUŞ ALLAH'IN İZİNİYLE KAĞITTAKİ SORULARI YAPICAM... ->Yazan TANER 5. **Yorum** ->Yorumu Çok teşekkür ederim ödevlerime yardım oldunuz ->Yazan Ceylan 4. **Yorum** ->Yorumu çok güzel okuyun bence ->Yazan esra 3. **Yorum** ->Yorumu Çok güzel bir kitap okunmasını tavsiye ederim ->Yazan GÜL.. 2. **Yorum** ->Yorumu iyi ki almışım bu kitabı yaa.... sayenizde daha hevesli bir şekilde okuyacağım bu kitabı. teşekkürler.... ->Yazan lale. ->Yazan durali bulut ->Yorumu eger bir kitabi okuyacaksam önce yazarini, konusunu, fikirlerini arastiririm. kimilerine göre bu iyidir, kimilerine göre ise kötü. seçici olmak için bence bu gerekli. onca zamanimi bu kitaba mi ayirdim dememek için. ama sunu söyleyebilirim; bu kitabi keske arastirmadan okusaymisim.... >>>YORUM YAZ<<< Grigory Petrov tarafından kaleme alınan Beyaz Zambaklar Ülkesinde eğitimin gücünün konu bir toplumu yükseltmeye geldiğinde sınır tanımadığını anlatıyor. Yıllarca farklı ülkelerin boyunduruğu altında yaşamış olan Finlandiyalılar, ülkede olup biten olumsuz ne varsa eğitim sayesinde aşmışlar. Bu düzelme ve yükselme sürecini de Petrov, Finlandiya ziyaretlerinde topladığı bilgileri bizlere 1923 yılında yayınlanan Beyaz Zambaklar Ülkesinde isimli kitabıyla aktarıyor. Kitap tam bir umut kaynağı oluyor okurlara. Bir ülke nasıl bataklık ülkesinden beyaz zambaklar ülkesine evrilebilir? Bu süreçte eğitimin gücünün sınırı nedir? Hangi yollar izlenmelidir? Bir ülkenin yükselmesinde rol oynayan etkenler nelerdir? İdeal bir eğitim sistemi nasıl olmalıdır? gibi soruların cevaplarını buluyorsunuz. Finlandiya’ya bugünden bir gözle baktığımızda ülkedeki refah düzeyi ve toplumun kültür seviyesi dikkat çekiyor halbuki ülkenin tarihi halkının umutsuz ve azim yoksunu olduğu zamanlara dayanıyor. 20’nci yüzyılın başlarında Rusya’ya karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi anlatılıyor kitapta. Bağımsızlık elde edildikten sonra bataklıkta zambaklar açtıran bu adım adım ilerleyen gelişmeler üzerine konuşuyor Petrov. Johan Vilhelm Snellman adlı bir devlet adamının bu yolda verdiği mücadele ise inanılmaz. Köy köy, ilçe ilçe gezip dönemin papazlarıyla, eğitimcileriyle, askerleriyle ve devlet adamlarıyla konuşuyor, ülkenin derdiyle dertlenmeleri gerektiğini anlatıyor onlara. Zamanla olmaz denilen başarılıyor ve temeli sağlam atılmış bu eğitim sistemi kuruluyor ve ülkeyi refah seviyesine çıkarıyor. Kitaptan çıkarılacak en büyük ders başta eğitimin gücü sonra da harekete geçilmek için asla geç olmayışı. Bu yüzdendir ki Atatürk döneminde Türkçe’ye çevrilen bu kitap Atatürk’ün talimatıyla okul müfredatına konulmuş. Atatürk için de bir başucu olan bu kitap hepimiz için bir ders niteliğinde. Bizim şansımıza bataklıklar ve kayalar düştü fakat biz onları işledik ve uygar bir ülke olduk.” Finlandiyalıların düşüncesi tam da bu şekilde, ülkede zengin maden yatakları veya petrol kaynakları yok, bu yüzden bu açığın kapatılması için eğitimi kullandık.’’ diyorlar. Ve başardılar, bazı ülkelerin petrol kaynakları varken, bazı ülkelerin eğitim zenginliği var. Ne de olsa bir gün petrol bitebilir, altın rezervleri tükenebilir ama sağlam bir zemine oturtulmuş eğitim sistemi hiçbir zaman bitmeyecektir. Herhangi bir ülkede sistem sürekli aynı şekilde devam ediyorsa, geriliyor demektir. Yeni nesiller yeni şarkılar getirir.’’ Eğer bu yeni şarkılar gözden kaçılırsa, tutunmak bir ülke için neredeyse imkansız hale gelir. Bunun en büyük nedeni ise ülkenin eğitim sistemi dahil bütün düzenleri milleti zamanında çok iyi bir şekilde idare etmeye yeterli olsa da, bir süre sonra zayıflarlar ve yenilenmek ister. Yeni fikirlere, yeni anlayışlara, yeni yaşam düzenine sürekli açık olan bu modern dünyada, değişimden korkmamalı ve degişimin üstüne gitmeli. Değiştirmeli ve geliştirilmeli. Eğer kitap üzerine biraz da izlemek isterseniz, bu videoyu da izleyebilirsiniz; Bir Ülkenin En Zengin Değeri; Eğitim Beyaz Zambaklar Ülkesinde Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitap özeti Grigory Petrov, 1923 Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretti. Bu eserin varlığından haberdar olan Atatürk, kitabı hemen getirtmiş ve inceledikten sonra hemen basılmasını ve sonra da en geniş şekilde dağıtılmasını emretmiştir. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı da eseri derhal askeri okulların müfredatına aldırtmış ve bu eserin, subay adaylarının el kitabı olmasına karar verilmiştir. Türk askerleri ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka bu kitabı okumalıydılar. O vakitler, kitap o kadar çok ilgi görmüştür ki, Kuran-ı Kerim’den sonra en çok okunan kitap haline gelmiştir. Genel bilgi 100 sayfayı bulan ve ütopik bir coğrafyayı çağrıştıran bu eser, Rus kökenli bir papaz olan Grigory Petrov’un kaleminden çıkmadır. Yazar söz konusu eserde, bataklık ve granitlerle kaplı bir cehennem toprağı olan Finlandiya’nın bir insan ömrü kadar kısa bir süre içinde nasıl kalkındığını, zambakların bataklıkta nasıl boy verdiğini ve cehennem ikliminin nasıl cennete dönüştüğünü anlatmaktadır. Söz konusu dönüşüm, ülke toprağının verimliliğiyle, ekonomik kalkınmayla sınırlı değildir; hatta bu betimleme esas olarak mecazidir. Yazar bize, esas olarak insanların, yani toplumların nasıl kısa bir süre içinde çağ atlayarak uygarlık sürecine katılabileceklerini anlatmaktadır. … Bu kitap tüm yoksulluğa, imkânsızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir. Halkların destansı özverisiyle yoksulluktan kurtularak, ekonomik, politik ve kültürel olarak nasıl mükemmel bir ülke yaratılabileceğini gösteren, okurlara dudak ısırtan ölümsüz bir eser. Beyaz Zambaklar Ülkesinde, kurgusal bir romandan daha çok, ders verir nitelikte ve ülkemizi, kendimizi, yaşayışımızı sorgulatan bir kitaptır. Kitap Özeti Beyaz Zambaklar Ülkesi bataklıklar ve kayalıklar ülkesi olarak adlandırılan 2 milyon nüfuslu Finlandiya’nın tüm halkın aydınından, köylüsüne, subayından, memuruna, din adamlarından, öğretmenlerine kadar herkesin birleşerek ülkeyi kalkındırmalarını anlatıyor. Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabının yazarı Grigory Petrov kitabı baş karakter Snelman’ın ağzından anlatmış ve kitap bölümlerden oluşarak anlatılıyor. Finlandiyalılar 1811 yılına kadar İsveç hakimiyeti altındaydılar. Bütün iktidar, ticaret ve sanat, okullar ve hatta kilise bile İsveçlilerin elindeydi. Yönetici ve aydın kesimi oluşturanlar, öğretmenler, doktorlar, memurlar ve subayların tamamı İsveçliydi. Bu insanlar Finlandiyalılara üstten bakıyorlardı. Bu durum Finlandiya halkının kültürel gelişimini de yüzyılın sonlarına kadar kültürel gelişimleri sadece temel okuma yazma becerileriyle sınırlıydı. Fakat Rusya 1808 yılında Finlandiya’nın yarısını ele geçirdi ve Rus Çarı eskiden sahip olunan tüm hakların aynı kalacağı sözünü verdi. Bu olay ile beraber kendi kültürlerini özgürce geliştirme olanağı elde ettiler. Fin kültürünü geliştirmek için önderlik etme görevini Johan Wilhelm Snelman üstlendi. Snelman yeni nesil Fin aydınlarının en parlak temsilcilerinden biriydi. Finlandiya’nın gelişmesi için adeta seferberlik ilan etmişti. Bu göreve öncelikle aydınlarla konuşarak başladı. Onlara aydın olunmanın halka üstten bakmak olmadığını, kendileri ne kadar bilgiliyse halkında öyle olması gerektiğini, öğrendikleri her şeyi halka da anlatmaları gerektiğini söylüyordu. Toplumun alt kesimlerini daha iyi bir hayat kurmak için ne yapmaları gerektiği konusunda eğitmeliydiler. Aydınlardan sonra ise sırada öğretmenler vardı. Yaz boyunca konferanslar veren Snelman öğretmenleri işlerini iyi yapmaları konusunda nasihatler veriyordu. Din Adamlarını da bu hedef doğrultusunda çok önemli kişiler olarak görüyordu Snelman. Dinsizliği halkın sahip olduğu bütün kutsal değerlerin ölmesi olarak tanımlıyor ve bu maneviyat ruhunun ölmemesi adına ve insanların umutlarını kaybetmemeleri adına din adamlarına çok iş düşüyordu. Din adamları çocukları ve gençleri bir araya getirerek, onları etkilemeye ve inanç aşılamaya çalıştılar. Bunu yaparken de zekayı, bilimi ve hayatın zevklerini aşağılayıp küçümsemediler. Yönetimde ise Finlandiya ve Rusya arasındaki anlaşma çerçevesince yeni hükümlerin yazdığı yeni bir anayasa 1816 yılında kabul edildi. Böylece parlamento yeniden faaliyete başladı. Finlandiya’nın her yerinden devlet memurları Helsinki’ye akın ettiler. Böylece İsveçli devlet adamları yerine Finlandiyalı memurlar geçmiş oldu. Snelman’ın memurlara çağrısı ise şöyleydi Vatandaşlarımızın yasalara saygılı veya daha fazlası olan derin adalet duygusuna sahip bireyler olarak yetiştirilmesi için bize yardımcı olun. En büyük değişimlerden biri ise Ordu’da oldu. İsveçliler döneminde kışladaki askerler içki içer, kumar oynarlardı. Halkla ilgili olan hiç bir konuyla ilgilenmezler ve kaba davranırlardı. Snelman ve arkadaşları bu konuyla ilgili de bir yenilik yaptılar. Subaylara konferanslar vererek askeri eğitimin öneminden bahsettiler. Artık tüm aileler oğullarının askere gidip iyi terbiye almalarını istiyorlardı. Çünkü kışlada bilimden kültüre kadar iyi bir bireyin sahip olması gereken tüm özellikler anlatılıyor, askerler eğitiliyordu. Bu ve bunun gibi birçok özelliğin değişmesi ve gelişmesi bu küçük ülke adına çok büyük adımların atılmasına sebep oldu. En alt kesimden en üst kesime kadar tüm insanlar çok çalıştı. Bataklıklar ve kayalıklar ülkesi olarak adlandırılan Finlandiya’da insanlar kayalıkların üstüne verimli topraklar yerleştirdiler ve buralarda tarım yapmaya başladılar. Üretim yaptılar, okullar açıldı insanlar okumaya başladılar. Bu ve bunun gibi birçok etken sonucu şuan da Finlandiya refah ve eğitim düzeyi çok yüksek bir gelişmiş ülkedir. Açıklama Beyaz Zambaklar Ülkesinde Finlandiya ilk kez 1928 yılında Prof. A. Haydar Taner tarafından Bulgarcadan Türkçeye çevrilmiş. Ardından 39 yıl içinde tam 11 baskı yapmıştır. Kitap sadece askeri okullarda değil, aynı zamanda öğretmen okullarında da okutulmuş ve diğer başka okulların öğrencilerine de tavsiye edilmiştir. Eser, Balkan dillerinin yanı sıra Türkçeye de kazandırılmıştır. Eserin bizdeki etkisi ise muazzamdır. 13 Kasım 1929’da eserin Türkiye’de yapılan ikinci baskısına yazdığı Önsöz’de Ali Haydar Bey, kitabın etkisine dair birçok ayrıntılı bilgi vermektedir. Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabının Türkçe tercümesi basınımız tarafından da ilgiyle karşılanmıştır. Milli Talim ve Terbiye Heyeti Reisi Mehmet Emin Bey, Hayat Mecmuası’nın 74. sayısında kitaptan övgüyle söz ediyordu Elimde olsa Haydarpaşa-Ankara arasında seyahat eden her bir yolcunun eline bu kitabı tutuşturur, kitabı okuturken bir yandan da çevrede bulunan toprak yığını köylere baktırırdım. Öğretmen olsaydım, çocuklara, bulunduğum şehrin kenar semtlerini gezdirirken, evlerde konuşulanları tekrarlatırken yeme içme, giyim kuşam tarzlarını gösterirken Grigory Petrov’un kitabından sayfalar okurdum. Komutan olsaydım, askerlerimin toplandıkları koğuşlara bu kitabın bazı sayfalarını kopya eder ve asardım. Düşüncelerin davranış ve yaşantı üzerindeki etkisine inandığımdan bu kitaptan yararlı sonuçlar beklerdim. … Şu toprak yığınından ibaret köylerin, ortasından lağımlar akan sokakların kalkmasını içtenlikle arzu ediyorsanız, bunlardan iğrenen bir toplum oluşturmak zorundasınız. İşte Beyaz Zambaklar Ülkesinde bizlere bunları telkin ediyor. … Eserin en güzel bölümlerinden biri de, askeri kışlaların nasıl bir halk okulu olduğunu anlatan kısımlardır. Bu bölümler bizim için baştan sona bir program modelidir. Birçok köyde daha uzun yıllar öğretmen bulundurmak imkanını elde edemeyeceğiz. Onun için köylümüz temel eğitimini kışlalarda alacaktır. Finlerin kışlalarına soktukları ruh, aynen bizim ideallerimizi de yansıtıyor. Kitabı okuyup bitirdikten sonra çevredeki toprak köyler yıkılıp gidiyor. Her şeyden ancak alay etmek niyetiyle, eğlenmek için söz eden, ruhsuz, bencil tipler yanınızdan uzaklaşıyor. Yalnız halk sevgisini, yurt aşkını duyuyorsunuz. O zaman Beyaz Zambaklar Ülkesi’nin ne demek olduğunu anlıyorsunuz.’ Peki, söz konusu eserin Balkanlar’da ve Türkiye’de böylesi bir ilgiyle karşılanmasını, hatta birdenbire’ bir yangın alevi gibi bütün toplumu sarmasını nasıl açıklayabiliriz? Eserin Balkan ülkelerini ve Türkiye’yi etkisi altına almasının ve özellikle de birkaç yıl içinde ki bu yıllar aynı zamanda okuma yazma oranının pek de yüksek olmadığı 20’li, 30’lu yıllardır onlarca kez baskı yapmış ve yüz binlerce adet satılmış olmasının ortak tarihsel bir nedeni olmalıdır. Bulgar, Makedon, Sırp ve Türk aydınları, özellikle de kitabın yaygın bir şekilde dağıtılmasını öneren ve örgütleyen bürokratlarımız, bu kitapta dile getirilen ideallerin aynı zamanda kendi idealleri olduğunu hemen anlamışlardır. … Finlandiya gibi bataklık ve granitten oluşan küçük bir ülkenin kısa süre içinde uygar bir topluma dönüştürülmesi, modernleşme hamleleriyle başarı üstüne başarı kazanması, söz konusu ülkenin yöneticileri ve aydınları arasında yoğun bir coşkuya neden olmuştur. Çünkü kalpler aynı idealler için çarpmaktadır. Finlandiya ve Snellman Beyaz Zambaklar Ülkesinde örneği, Türkiye ve Balkanlar’da arzulanan toplumsal ve siyasi amaca nasıl ulaşılacağını da göstermektedir. Bunun yolu, her alanda halkçı projeleri uygulamaktan geçiyordu. Daha doğrusu, söz konusu siyasal ideali bir roman kurgusu içinde betimleyen Petrov, gelişmekte olan yoksul ülke devrimcilerinin ve bürokratlarının zihnini uyandırmış, yüreğine dokunmuş, ruhlarını şahlandırmış ve azimlerini bir kat daha artırmıştır. GRIGORY PETROV KİMDİR Aslen bir Rus papaz olan Petrov, ne yazık ki kitabının Türkiye ve Balkanlar’da bıraktığı etkiyi görmeden bu dünyadan göçüp gitmiştir. Kesin olmamakla birlikte babasının küçük bir tüccar, bir çoban veya küçük bir meyhane sahibi olabileceği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Maksim Gorki’nin yakından tanıştığı Petrov, Gorki’nin Anton Çehov’a yazdığı bir mektuba göre, O bir hancının oğluydu ve çocukluğunda küfürden başka bir şey duymamış, sarhoşlardan başka bir şey görmemişti’. 1886’da din okulundan, 1891’de Petersburg İlahiyat Fakültesi’nden mezun olan Petrov, çeşitli okullarda Hıristiyanlık dinini anlatmak üzere papaz olarak görevlendirilmişti. Kilisedeki görevinin yanı sıra Mihaylov Harp Okulu, Alexandrov Lisesi, Teknik Okulu ile Petersburg’un farklı liselerinde dersler verdi. Petersburg’daki ünü hızla yayılan Petrov’un verdiği derslere çok büyük ilginin olması ve hatta dışarıdan bile bu derslere kalabalıkların katılması yazdığı kitaplara da ilgiyi artırmıştı. Harp akademisindeki görevinde 1893’ten 1903’e kadar kaldı ve son yılları vaizlik kariyeri açısından popülaritesinin doruğu sayılırdı. Edebiyat çalışmalarına henüz öğrenim yıllarında başlamıştı. Ancak büyük kitlelerin dikkatini üzerine çekmesi, onun 1898 yılında Yaşamın Temeli Olarak İncil adlı kitabı yazmasıyla oldu. Kitap kısa bir süre içinde 20 baskı yapmıştı. Eser, başta Japonca ve Çince olmak üzere birçok yabancı dile çevrilmişti. Bu eserde Petrov, sonradan Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı yapıtında ortaya koyacağı dinin halkçı rolüne ilişkin görüşleri ifade ediyordu. Petrov’un amacı, Kiliseyi halkın hizmetine sunmaktı. Aynı mektupta Yaşamın Temeli Olarak İncil adlı kitabı okuduğunu belirten Gorki, “onda çok büyük bir ruh, açık ve derinden inanan bir ruh var” diye bahseder. Petrov bu kitabın dışında Hayat Okulu, İsa’nın İzinde, Tanrının İşçileri adlı başka kitaplar da yazmıştı. Petrov çocukluğundan itibaren ülkesinin refahı ve halkının mutluluğu için neler yapabileceğini düşünür. O bir devrimcidir, halkın Çarlık esaretinden kurtulmasını arzular. … Petrov eserlerinde sıklıkla Hayatın Mimarları’ tabirini kullanır ki bu kavramı sonradan Türkiye’de Köy Enstitüleri’nin inşa sürecinde de duyacağız. Petrov, Finlandiya’nın “1. Uyanış Dönemi” olarak adlandırılan 1822 yılından tam 100 yıl sonra muhteşem bir kitapla Fin halkına yüzyıllar boyunca esirgenmiş olan saygınlığını vermiştir. Petrov Bolşevizme karşıdır; iç savaş çıktığında da İngilizlerin desteklediği Beyaz Ordu saflarında savaşır, bir bakıma yanlış bir yola girer… Ancak buna rağmen söz konusu kitabıyla, emperyalizme karşı mücadele eden Balkan halklarının uyanışına ve Türkiye’de ise yeni kurulmakta olan devlet ve uluslaşma inşasına, bir bakıma yeni insanın yaratılmasına önemli bir katkıda bulunmuştur. Bu nedenle de Beyaz Zambaklar Ülkesinde dünya çapında ulusal bir devlet yaratmanın reçetesi haline gelmiştir. Kitap ve etkileri üzerine “Devletlerin kuvvet ve zayıflığı, milletlerin yükseliş ve gerilemesi yalnız idare adamlarının ehliyet ve iktidarından veyahut dirayetsizliğinden ileri gelmez. İdare adamları iyi veya kötü, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer aynasıdır. Onlar milli ruhun birer kopyasıdır. Onlar halkın içinden doğmuştur. Bir toplum nasılsa yöneticileri de onlar gibidir. İşte bundan dolayıdır ki öteden beri “Her millet layık olduğu yönetime ve yöneticilere sahip olur” denilmiştir. Milletlerin tarihini kim yaratır? Devletin ve bütün insanlığın yaşamındaki en büyük olaylar kimler tarafından yönetilir? Ayrı ayrı bireyler tarafından mı? Yani tek başına bazı büyük adamlar, kahramanlar tarafından mı? Yoksa bütün yurttaşların gayreti ve halk ruhunun gerilimi sayesinde mi?”. Bu sözler, Rus yazar Gregory S. Petrov’un Finlandiya’nın kalkınma öyküsünü kaleme aldığı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı yapıtının girişinde yer almaktadır. Birçok dünya diline çevrilen bu kitap sayesinde birilerine “Beyaz zambaklar ülkesi neresidir?” diye sorulsa “Finlandiya” demesi olasıdır. Petrov, beyaz zambakları Finlandiya’nın simgesi olarak kullandığında, belki Kuzey’in bu bataklıklar ülkesinin her bir yanındaki göl sularında yüzen beyaz nilüferleri ama daha büyük olasılıkla “vadi zambağı”nı kastetmiş olmalıdır. Finliler vadi zambaklarını veya “hanımların gözyaşı” Petrov’dan çok uzun yıllar sonra, 1982’de resmen Finlandiya’nın milli “doğa sembolü” olarak seçmişlerdir. “Mutluluğu bulmak” anlamı yüklenen bu çiçek aynı zamanda doğal yaşam ve çevreye dikkat seçmek ve koruma bilincini attırmak amacıyla ülkenin sembolü yapılmıştır. Bilimsel adı “Convallaria majalis” olan bu güzel zambakbizdeki ismi “müge” Haziran ve Temmuz aylarında çiçeklenmektedir. Bir çiçek sapı üzerinde ağızları aşağı çevrili çan şeklinde, beyaz, çok güzel kokulu ve gösterişli çiçekleri olan bir yaban çiçeğidir. Öyküye dönersek, Petrov “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” yani Finlandiya’da birkaç iyi yürekli, çalışkan, azimli ve kendisini ülkesine adamış insanın yarattığı kalkınma öyküsünü anlatır. Daha doğrusu inancın ve kendini ulusuna adamanın mucizesini örnekler. Kitabı okudukça Türkiye’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına –bana göre bugününe de- ne kadar çok benzediğini görüyorsunuz. O yıllarda, iflas etmiş bir imparatorluk enkazından genç bir Cumhuriyet yaratmak ne kadar da zordur. Kitapta anlatılanlar Ulu Önder’in kafasındakilerin, yaptıklarının ve yapacaklarının bir bölümü ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Nitekim O, kitabın Türkçeye çevrilmesini ve okullarda, özellikle askeri okullarda okutulmasını ister. Çünkü yapıt ulusal kalkınmanın ve aydınlanmanın el kitabı gibidir. Savaşlarla yakılmış, yıkılmış bir ülkede, padişah yönetiminde tebaa kul olarak görülmüş, ulusal benliğini kaybetmeye yüz tutmuş, yılgın, yorgun ve yoksul insanlarla yaratılan Cumhuriyet’in kalkınma öyküsüne çok benzerdir kitapta anlatılanlar. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Oli Rehn, 5 Temmuz 2007’de İstanbul’da yaptığı “Türkiye’nin AB’ye girişinde Finlandiya’nın rolü” konuşmasının hemen neredeyse tamamını “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”ki kahramanlara ayırır ve şöyle der “Türkiye ve Finlandiya’nın siyasi mitolojisindeki önemli benzerlikler de dâhil iki ülke arasındaki önemli bir tarihi bağlantıyı hatırlatmak istiyorum. Bu bağlantı, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk’e kadar geri gider. O, Gregory Petrov’un ünlü “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabını Türk eğitim kurumlarında zorunlu bir kitap olmasını istedi. Kitap, Fin ulusal kalkınmasını ve milli düşünür Snellman aracılığıyla eğitim ve sivil toplumun önemini açıklar. Atatürk’ün aynı zamanda, daha sonra Kış Savaşı’nda Fin bağımsızlığının lideri ve Batı Demokrasi savunucusu General Mannerheim’in bir hayranı olduğu da bilinmektedir. Dahası, 1956’dan 1981’ kadar çok uzun süre Finlandiya başkanlığını yürüten Urho Kekkhonen gençliğinde Atatürk devrimlerini okumuştur. Finlandiya bağımsızlık ve kalkınmasında Snellman ulusal bir düşünür; Mannerheim bir asker ve stratejik lider; Kekkhonen ise bir devlet adamıdır. Türkiye’de ise tüm bu üç karakter Kemal Atatürk’te birleşir”. Bir yabancı siyasetçinin ağzından sadece bir yıl kadar önce çıkan bu son tümcenin anlamı gayet açıktır. Dünya üzerinde hiçbir lider ne O’nun sahip olduğu karaktere ve bilgiye sahiptir; ne de sadece 15 yıl gibi çok kısa bir sürede O’nun yaptıklarını yapabilmiştir. Uzun ve yokluk içinde bir bağımsızlık savaşının hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti kurulur, egemenlik kayıtsız ve koşulsuz olarak millete verilir. Eğitim-öğretim, sağlık, tarım, sanayi, ticaret ve bankacılık alanlarında ardı ardına onlarca başarılı devrim, yenilik ve kalkınma projesi gerçekleştirilir. Cumhuriyet karşıtı kalkışmalar bertaraf edilir. Kapitülasyonlar kaldırılır. On yıl gibi kısa sürede demir ağlar örülür yurdun her yanında. Dış borçlanma, iç borçlanma olmadan ülkenin her köşesinde hızlı bir ulusal kalkınma başlar. Çilekeş, yoksul ama çalışkan insanlar Büyük Lider’in önderliğiyle en olmaz toprakların üstünde en olmaz sanılan işleri başarır. Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi ilk okuduğumda Atatürk’ü çok daha fazla anlamıştım. Günümüz Türkiye’sinin gündeminde sürüp giden tartışmaların tarihin derinliklerinde de aynen yaşandığını bir kez daha keşfetmiştim. Bugünlerde Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi tekrar okudum ve bunu anlatmak için yazmak gereğini duydum. Kitapta geçen ve Tolstoy’a atfedilen bir söz, bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettirdi bana. “Hayattaki düzensizliklerin en büyük etkenlerinden biri şudur Herkes hayatında sadece refaha kavuşmak ister, fakat hiç kimse hayatı yükseltmek için çalışmaz ve çalışarak hayatını daha iyi ayarlamak ihtiyacını duymaz”. Aydınlar bu ihtiyacı görev sayan ve halkı, toplumu bu ihtiyacı duymaya davet eden, yönlendiren kişilerdir. Oysa gidişat karşısında çoğu suskun, bazıları ise farkında olarak veya olmayarak destekçisi gibi… Tarih, “geçmişten ders alarak geleceği şekillendirmek” bilimi ise aydınlara düşen bu ülkenin insanına tarihten ders çıkarmada alabildiğince veya hiç değilse olabildiğince yardımcı olmaktır. Aydınlanmayı sağlamak, bilgilenmeyi öğretmek, sadece aydın ve düşünürlerin değil fakat aynı zamanda öğretmenlerin, doktorların, işadamlarının ve din adamlarının da görevidir. Bu toplumun bütün unsurlarının birbiriyle kalkınma ve aydınlanma için etkin biçimde etkileşimi anlamına gelir. Günümüz Türkiye’sinin bana göre temel sorunlarından biri bu etkileşimin eksikliği veya yetersizliğidir. Bir suçlama değil ancak bir genelleme ile söylemek gerekirse, aydınlar halktan koparsa başkalarının o boşluğu doldurması bir fizik kuralı gereğidir. Aydınlar halk tarafından kendilerinden farklıymış gibi algılanmamalıdır ve aydınlar da görevlerini halk düzeyinde herhangi bir şekilde özveriyle yerine getirmelidirler. Beyaz zambakların son cümlesi, Fin kalkınmasının özverili bir halk doktoru için şu cümleyle bitiyor. “Milletin sağlığı için çalışıp didinen büyük kahramanın adı sonsuzluğa kadar övülsün”. Ben, sen, o, biz, hepimiz ise “Ulu Önder”e şöyle seslenmeliyiz “EY, MİLLETİNİN BAĞIMSIZLIĞI İÇİN SAVAŞAN BAŞKUMANDAN, CUMHURİYETİ KURUP HALKINA EMANET EDEN CUMHURİYET MİMARI, MİLLETİNİ AYDINLATAN BAŞÖĞRETMEN, YURDUNU KALKINDIRAN BÜYÜK İKTİSATÇI, HUKUK VE ADALETİ MODERNİZE EDEN ULU ÖNDER, ANADOLU TOPRAĞINI İŞLEYEN BAŞÇİFTÇİ AZİZ HATIRAN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYOR, ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM” *** Atatürk’ün bu romandan etkilenmemesi mümkün mü? Kitap bir yönüyle modern bir ulusun ve devletin yaratılış efsanesidir de. Aslında burada bir düş ülkesiyle karşı karşıyayız. Yazar bize bir “ütopyadan” haber getirmektedir. Bu düş ülkesinin hayata geçirilmesini ise Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları başarmıştır. Kaynaklar; Ilgın Kocaman, Sadık Usta, İstanbul, 24 Temmuz 2017

beyaz zambaklar ülkesinde kitap analizi