Definicja Her şeyi kötüye yorma it means "Don't think of badly about everything" angielski (amerykański) francuski (Francja) niemiecki włoski japoński koreański polski portugalski (Brazylia) portugalski (Portugalia) rosyjski chiński uproszczony (Chiny) hiszpański (Meksyk) chiński tradycyjny (Tajwan) turecki wietnamski Veherşeyden çift çift yarattık, olur ki ibret alırsınız. Biz yeryüzünde her şeyi çift olarak yarattık ki, belki düşünürsünüz. Biz her soyu çift olarak yarattık, öğütlenesiniz diye. Biz her şeyden, ibret, alasınız diye, çift çift [⁷] yarattık. [7] Erkekli, dişili veya karşılıklı gece, gündüz, deniz, kara gibi. Durmamazlık etme sakın, koş gücünün yettiği kadar. Yan, ateşten korkma kavrul, bin defa iyileşeceksin. Dert geldiyse edin kendine, dermanın gelecek bilmiyor musun? Hayatla halat yarışına gir mesela. Öyle bir kavra ki o halatı, asıl var gücünle, arşı alaya yükselsin sesin. Her şey zıddıyla kaimdir bu dünyada. Hatta haklı olmak acı bile verebilir. İyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, hak ile batılın, sağlam ile çürüğün, dürüst ile sahtekârın ince çizgilerle bir arada bulunması ilâhî bir hikmettir, bunun altında “her şey zıddıyla kaimdir” prensibi yatar. İnsancıl estetik bir sinema dili içerse de, “Her şey zıddıyla kaimdir” dercesine, insan çaresizliğini, sömürüsünü ve gaddarlığını anlatmaktan kaçınmayan eleştirel bir dili de var. Filmin çok fazla teknik eksikliğe sahip olsa da dar çerçevede mülteci sorunu, geniş çerçevede insanlık sorununa parmak basması ile Fast Money. Ruh eşleri kaderinde birlikte olmak olan iki ruhtur, ikiz alevlerin ise ikiye bölünmüş aynı ruh olduğu düşünülür. Ruh eşleri doğal olarak uyumludur ve genellikle birbirlerine mükemmel şekilde 1, 2021İçindekiler1 İkiz ruhlar ayrılırsa ne olur?2 İkiz ruhlar nasıl karşılaşır?3 İkiz alevler ayrılır mı?4 İkiz ruh eş ruh nedir?5 İkiz ruhlar kavusur mu?6 İkiz alevler birbirine benzer mi?7 İkiz ruh olduğunu nasıl anlarız?8 Herkesin ikiz Alevi var mı?İkiz ruhlar ayrılırsa ne olur?İkiz ruhlar ayrılık sonrası fiziksel ve ruhsal olarak çok sıkıntılı bir dönem geçirirler. Uzun süre ruhsal felç olma durumu yaşarlar ki ruhlarının ikizini kaybetmenin acısı dayanılacak gibi ruhlar nasıl karşılaşır?İkiz ruhların karşılaşmalarındaki ana sebep; yeniden androjen tam ve bütün olmak üzere yükselirken içinizdeki karşıt kutupları enerji olarak kaynaştırmaya yardımcı olmaktır. İkiz ruh ilişkileri Evrendeki her şey ile aynı enerjik ritme sahiptir. Yani, genişler ve alevler ayrılır mı?İkiz alevler bazen basitçe ayrılır. Bu, birkaç nedenden kaynaklanabilir. Örneğin, hayatınızın farklı aşamalarında olabilirsiniz. Biriniz bir aile kurmaya hazır olabilirken, diğeri bunu düşünmeyebilir ruh eş ruh nedir?İkiz ruhlar aynı özden gelen, fiziksel bedenlerini alabilmek için iki ayrı enerjiye ayrılmak zorunda kalan ruhlardır. Kendine ait özün bir parçası oldukları için aralarındaki çok güçlü çekim, eninde sonunda onları karşılaştırır. Bu karşılaşma çok acı dolu ve tehlikeli ruhlar kavusur mu?İkiz ruhlar için kavuşma enerjisi 2022 – 2024 yılları arasında alevler birbirine benzer mi?İkiz alevler her zaman birbirine benzemez. Doğru olan, ikiz alevlerin zaman geçtikçe ve enerjilerini paylaştıkça, birbirine daha çok benzemesidir. Hepsinin sonunda, ikiz alevler onları içine alan ve kelimenin tam anlamıyla bir olan haline dönüşüyor – ki bu da her şeyin olabileceği kadar ruh olduğunu nasıl anlarız?Farklılıklara ve fikirlere saygı duyarsınız. Bazen ruh ikizleri birbirinden tamamen zıt kişiler olabilir. Bu her ne kadar zaman zaman zorlayıcı olsa da ruh ikizi olan kişiler karşısındakinin onu tamamladığını bilir ve farklılıklara saygı ikiz Alevi var mı?Herkesin İkiz Alevi olmaz. Sadece beşinci boyutta belirli bilinç seviye veya yüksek frekansa ulaşan kişilerin vardır. Previous PostHer şey zıddıyla kaimdir hangi ayet?Next Post Hayvanların en belirgin özelliği nedir? "Her şey zıddıyla kaimdir" ilkesini insanın yapısına getirirsek, oluklardan nuru da, kiri de akıtan insanoğlunun sadece nurdan veya kirden oluştuğunu varsaymak fıtrata aykırı düşer. Kur’an da bunu böyle tespit insanı "eşref-i mahlukat" seviyesine çıkarıyor, hem de "esfel-i safilin" aşağıların aşağısı mertebesine indirgiyor. Bu, aynı insandır. İnsanın iki yönünü açıklayan bir vurgulamadır. Çünkü insan, "iyi" ile "kötü"yü içinde barındıran bir karaktere göre değişen ağırlıkları ve etkileriyle... Din ve onun getirdiği ahlak sistemi, onu rafine etmekle, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmakla görevli. Onun "iyi"sindeki "kötü"leri, "kötü"sündeki "iyi"leri ayıklamaya kurgulanmış bir rafineridir bu.***Ahlaki derinliğin yüze yansımasını birçoğumuz, "Yüzünden nur akıyor" tanımlamasıyla ifade ederiz. Kötü ruhların yüzlere yansıması ise "içinin karası yüzüne vurmuş" deyimiyle anlatılır. "Yüz, ruhun aynasıdır" sözü boşuna söylenmemiştir. "Hayrı güzel yüzlülerden umun" mealinde de bir hadis vardır. Kur’an'da "O gün iyi insanlar da, kötü insanlar da simalarından belli olur" bu hususta şöyle diyor "İkisinin de yüzlerine bak, yüzlerini hatırında tut; olur ya, dikkat ede ede yüzü tanır bir hale gelirsin. Ancak, bu hususta feraset sahibi olmak gerekir. Birbirine zıt olan iki şey birbirine şekil olarak da benzeyebilir. Acı suyun da, tatlı suyun da berraklığı, duruluğu vardır. Her ikisini de birbirinden ayırt edebilmek için tatmak lazımdır."Din, insanları iyiye, doğruya, güzele yöneltmek için vardır. Yanlış ile doğruyu, güzel ile çirkini, iyi ile kötüyü tefrik etmek emredilmiştir insana. Bunun içindir ki, insan temyiz ve tefrik kabiliyetiyle donatılmıştır. Bu donanım akılla taçlandırılmış, vicdanla ihata edilmiştir. Akıl ve vicdanın imtizaç etmediği ruh, hastalıklı ruhtur. Din, insana önyargıyla bakmaz. Onu peşinen "iyi" ya da "kötü"nün safına koymaz. Onun temyiz ve tefrik kabiliyetini işleterek doğruyu bulmasına yardımcı olur. Din ile hayat ve düzen arasında bir uyumsuzluk da düşünülemez. Cenab-ı Hak, yarattığı düzene aykırılık taşıyan bir kurum ihdas etmemiştir. O’nun düzeninde zıtlıklar vardır, fakat çelişkiye yer yoktur. Işık ile karanlığın, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, mevsimlerin birbiriyle yer değiştirmesinde ne büyük hikmetler olduğunu bizzat kendisi söylüyor birbirinin hem zıddı hem tamamlayıcısıdır. Örneğin; yeryüzünün gülmesi, gökyüzünün ağlamasına bağlıdır. Yağmurla toprağın buluşmasından meyveler, yeşillikler, çiçekler türer. Kozmik düzen açısından aralarında herhangi bir çelişkinin var olduğunu söylemek O’nun hikmetini sorgulamaktır ki, buna akıl ve irfan insanı olgunlaştırmak ve kemale eriştirmek için vardır. İnsan ve toplum için düzenleyici bir role sahip olan dinin kendi mecrasından çıkarılarak başka amaçlar ve çıkarlar için kullanılması daima yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Bunun birçok örneği tarihimizde 98 yıl önce tarihe "31 Mart Vakası" diye geçen travmayı koca imparatorluğu feda ederek yaşamış bir toplumuz. Halen o meşum uğursuz günün bıraktığı yaraların izlerini silmekle meşgulüz. Bugün de benzer tehlikeler "bölücü ırkçılık" belasıyla buluşarak milli varlığımıza dönük tuzaklar halinde geleceğimizi tehdit en sinsi tehlike, dini kısır menfaatleri için kullananlardan geliyor. Din, onlar için siyaset ve ticaret metaı. Dinin kisvesine bürünerek kitleleri aldatmak en büyük hünerleri. Yine Mevláná bunlar için şu tanımlamayı getiriyor"İnsan yüzlü pek çok iblis vardır. Öyle ise her ele el vermemek gerek. Çünkü avcı da ıslık çalar, kuşun ötüşünü taklit eder; böylece kuşları kandırmak ister. O kuş kendi cinsinden bir kuşun ötüşünü duyar, havadan uçup iner, tuzağa düşer yakalanır."Bunların arasında Mehdilik davasına kalkışanlar, asrın müceddidi olduğunu iddia edenler, kendisine vahiy geldiğini, Allah’ı gördüğünü, Peygamberle konuştuğunu söyleyenler, hatta yeni bir din kurmaya kalkışanlar bile vardır. Bunların ruh hastası olanları müstesna, bir kısmı menfaatleri için kılık değiştirirler, batıla alet olurlar, hatta yabancılara maşalık dahi ederler. ***"İnsan yüzlü iblisler" asırlardır sahneden inmiyorlar. Tükenmek bilmeyen iştahlarıyla insanların ve toplumların kaderleri üzerinde "kemirici" görevlerini yapmaya devam ediyorlar. Bunlarla mücadele etmek, gerçek ve samimi Müslümanlara düşen bir görevdir. Din, fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir amildir. Ahlaki bir müessese olarak insanlara yön veren, kişiyi içten kuşatan, kucaklayan bir disiplindir. Hiç kimsenin kendi ürettiği bir düşünceyi, dinin kutsal alanından yararlanarak başkalarına kabul ettirme hakkı bulunmamaktadır. İnsanların dini hassasiyetlerinden faydalanmak, dine karşı en büyük saygısızlıktır. İman hayatımızı din bezirgánlarının bıraktığı tortular da dahil kirden ve pastan ayıklamayı başaramadıkça kurtuluşa ÖĞRENELİMDua etmek istiyorum, günahlarımı hatırlayınca Tanrı’dan utanıp dua edemiyorum. Ne yapmalıyım? kendini günahkár görüp dua etmekten çekinmesi asla doğru değildir. Bu da bir günah sayılır. Kul, işlediği günahlardan dolayı Yaratıcı'dan özür dilemeli, af dilemeli ve ümidini kaybetmemelidir. Dua, Hz. Peygamber’in bir sözünde de belirtildiği gibi ibadetlerin özü, beyni ve ruhudur. O, merhametlilerin en yücesidir. Affetmeyi sevendir. Kulunun yalvarmasına, ağlamasına kayıtsız kalmaz. Nitekim Kur’an'da, "Duanız olmasa siz neye yararsınız?" bazen Fatiha Suresi'ni unutup sadece zammı sure okuyorum. Ya da zammı sureyi başa alıp Fatiha'yı sonra okuyorum. Bu durumda ne yapmalıyım?Enise KIRAN/İZMİRFarz namazlarının birinci ve ikinci rekatında Fatiha'yı unutup sadece zammı sure okuyan veya unutarak zammı sureyi başa alıp Fatiha'yı sonradan okuyan kimsenin sehiv secdesi yapması gerekir. Bunları bilerek yapanlar için ise yanılma secdesi gerekmez, ancak vacibi terk etmiş olurlar ki, bu bir noksanlık olsa da namazın iadesini alışveriş caiz midir?Mehmet KOBAŞBir malı peşin şu kadar lira, taksitle şu kadar lira şeklinde tek bir sözleşme içinde vade müddeti belirleyerek peşin satışa göre farklı bir fiyatla satmak caiz görülmüştür. Ancak, müşterinin zor ve muhtaç durumda oluşundan veya alıcının piyasa şartlarını bilmemesinden yararlanarak malı piyasa değerinden daha pahalıya satmamak evliliği konusunda ne diyorsunuz?Ali MERDANGİL/UŞAKKur’an'da evlilikleri yasaklanmış olanlar dışında amca, hala, dayı ve teyze gibi birbiriyle akrabalık bağları bulunan kimselerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri caizdir. Ancak, tıbbi bazı nedenlerden dolayı akraba evliliği tavsiye edilmemektedir. Bir şehzade şehrinde büyürken ruhumuz, güzellik kelimelerle söylenirken ya da kelimeden başka bir şey değilken henüz. Öğrenciden başka bir şey değildik! Gençtik, güzeldik. Talip olmadığımız için talebe hiç değildik. Su akardı biliyorum, ama zamanın aktığını, kalbin aktığını, kalple ve ki zamanla akanın, bana baktığını hiç mi hiç su akarmış, zaman da akarmış. En çok da kalp akar; akar da ruha bakarmış. Her şey aktı. Akarken mutlaka duran da vardı, her şey aksa olmazdı. Her şey zıddıyla kaimdir ya! Mutlaktı. Zaman aktı, söz durdu. Konaklama yeri kalbe vardı. Söz, mesken tuttu kalbimi. Söz mesken tuttu kalbimi de kalbimin misafirleri de vardı. Ruhumu fark ettim, buralardan değildi. Ayet vardı, O’ de ben’ neydi? Ben… Ruhum en çok kalbimle ünsiyet ederdi. Kalbimin misafiri nerelerden gelirdi, bilene aşk olsun. İyi ki de gelirdi. Bir şehir vardı, söze en çok o değerdi. Bir medeniyet vardı, söze değmeden kalbe değerdi ki evvel tebessüm, ardından Fatihalar kez kalbime değen bir şey istedimBir suret… İbtida tebessümler, Fatihalar indi, bir şehir onun dilinden kalbime nakşedildi. İstanbul. Bir suret daha… Şiirler döküldü. İstanbul. Gelen anlattı, giden anlattı. Sözden bir şehir vardı, hayalde yaratıldı. Kalbime nakşeden, bir arzu bıraktı. Zaman yoktu, güzellik hâlâ kelimeden başka bir şey değildi; fakat kalbime nakkaş, lisanıma arzu bırakılmışsa, “olacak” bir şeyler kalbime, arzu nefsime gelmişken tamamlandı her şey. Kelime kelime, şiir şiir büyüdüm bir taşra fakültesinde… İlk kez kalbime, ruhuma değen bir şey istedim. Kelime anlam oldu, güzellik sözcükten başka bir şeydi. Dua. Dua olmasa zaten bugün şimdi, bu an, hayatım olmazdı. İstemek, talip olmak yani. Ruhunun en sır yerinden, kalbinin en derininden söylemeyen, talip olamazdı, talebe de. Su ve zaman akmış, söz kalbimde durmuşken artık talebeydim, çok şeydim. Nakkaşın doğup büyüdüğü, birilerinin gezip gördüğü bu şehir bende hayalden ve arzudan yekpâre bir masaldı. Bütün masallar geçmişe işlese de zamanını, bende cennet tedaisinde geleceğe işliyordu. Cennet tedaisinde bir zaman ki yelkovanı ve akrebi kayıp…Rabbim sure sure tamamla beniBir şehzade şehrindeyim diye yıllarca avuttum kendimi. Hayal şehir yelkovanı ve akrebi kayıp bir saatten bakarken bana, zaman, ruhumun durduğu yerdeydi. En çok bunu biliyordum. Zaman, ruhumun durduğu yerde. Dua da. Nakkaş da. Bir gün yelkovan ve akrep gelip durdular, zaman yaratıldı. Kün emriyle! Duam tutuldu, kün emriyle! Hayal şehir var oldu, elimin ayağımın değdiği, gözümün hazdan meftun, edeb ettiği bir Temmuz mucizesi… İstanbul, İstanbul oldu. Şairleri, şiirleri unuttum gitti…Nakkaşın fatihası, önümde yol haritası... Hepsi şehit sahabelere çıktı. Sefer sefer üstüne, şehadet kalbim ve ki ruhum üstüne. Güzellik sözden gayrı hakikat üstüne. Virdim, hakikatim, en kayıp zamanda çağrım Rabbim, ayet ayet kaldır, sure sure tamamla beni oldu. Temmuz mucizesi… Ebâ Eyüp El Ensari Hazretleri… Eyüb’e kondu yolculuğum, kalbimin yol haritasında. Ortada ulu bir çınar, ona açık bir kapı, içerisi… Suretten değil ama ruhtan tanıdık, sesten değil ama sükûttan aydınlık, bir mana tebessümüne davet ederken beni, kalakaldım kendime, bir de yıllar öncesinden nakkaşın hasta çocuk sesine. Ezanlar okundu, akrep ve yelkovan yok, güneş ve ay hep varken var olan zamanlarda… En çok üç vaktin namazını eda etsek de huzurda… Bir vaktin sırrını hazmedemedik. Bir resul, bir deve, bir çöl, hepsinden nasibdâr bir mihmandâr, seksen küsur yaşında burada şahadet şerbetini içerken. Nefes gerek bu şehrin…Rüzgâr esti değdi tenime, dua sadrımın ortasından kayıp, kendine... Sudan ve nefesten yaratılmış bu şehir bir vapurla tamamlarken mevsimi ve hazzı bende, dua defalarca sadrımın ortasından kayıp! Kayıp, kendine hep kendine… Ben varıp konayım hayat tutayım dememiştim, ruh içinde kalp haritasında sade bir seyyahtım. Ağır adımlarla yürüdüm, tutuşurken kalbim, yetmezken nefesim… “Üstad” çıktı karşıma. Garib, mahzun lâkin âmâde seyr ü sefere. Bir derinlik tutuldu, bir Fatiha okundu, nefsim bir suret aynasında ölümden ölüme kondu. Hadi tut elimden demedi, el tutmaz gönül tutardık biz deyip kondurdu beni çilesine…. Çile’sine… Adımlar, ağaçlar, mermer mezar taşları, silinmiş isimler; bir ben kayıp bir sıcak Temmuz akşamı… Karşımda yeşil bir kapı ardına kadar açık… Güller taşlarla ezelden uyanık, uyuyan ben bu dem burada korkak ürkek perişan. Bir manolya ağacı, bir Frenk elması, namaz vaktini bekleyen üç beş insan… Ortada bir şadırvan, uyan ruhum uyan! Bir kuyu, bir tulumba aksetti kayıp nizama. Adımlarım dolaşık, hoş geldinler serapa nazenin. Sağımda Kaşgârî, solumda Geylânî. Bir seyyid tebessümü dinlendirirken kalbimi, ismini söyledi, burası şu Kaşgârî dergâhı, Eyüb’ün bülbül yuvası. Eyüb, bu şehrin hülyası…Kübra Demiray o iklimi aksettirdi* Ziya Osman Saba, “Beyaz”. SİRETÜ’L KUR’ -LEYL SURESİ HER ŞEY ZIDDIYLA KAİMDİR- Efendim hepinizi saygı, hürmet, muhabbetle selamlıyorum. Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, hidayeti üzerinize olsun. Bir kez daha Siretü’l Kur’an dersinde, Kur’an’ın hayat yürüyüşü dersinde beraberiz. 28. derse gelmişiz. 28 çarpı 2 hafta. Yani ikinci yıldayız. İkinci yıllın hatta artık ikinci yarısına ağdık. Önümüzde çok değil yaklaşık altı dersimiz kaldı. İnşallah ömrümüz olur nefesimiz yeterse. Bugün Kur’an’ın 10. suresini işleyeceğiz ve Leyl suresi dersimiz. Her şey zıddıyla kaimdir. Ders başlığımız bu. Her şey zıddıyla kaimdir. SURESİ’NE KUŞBAKIŞI Önce Gece suresine şöyle kuş başı bir bakalım. Leyl; gece demek. Leyl suresi; gece suresi. Kur’an’da, gece diye bir sure var. Demek ki, gece de bir ayet. Gündüz ayet, gece ayet, akşam-sabah ayet, yaz-kış ayet, yer gök ayet, insan-bitki-hayvan ayet, ölüm ve doğum ayet ve her şey bir ayet. Zamanın görece niteliğine önce bir atıf yapmam lazım. Zaman, müthiş bir ayet gerçekten. Kelime bulamıyorum zamanı ifade edecek. Aynı zamanda bize açılmış ilahi bir kredi. Bize verilmiş bir emanet. Her nefes bir ömür, bir daha geri gelmeyecek olan. Hepsi de hesabının sorulacağı bir emanet. İnsan nefesi verir, alır, o gider, ama giden nefes geri gelmez. Dolayısıyla her nefesten hesaba çekileceğine inanan bir mümin, her nefesi doğru yere, doğru zamanda ve hak üzere harcar. Onun için, hesaba çekilebilecek bir hayat, işte takva üzerine yaşanmış hayat odur. Zamanda ya cenneti biriktirdiğimiz veya cehennemi yaktığımız bir sermayedir. Neye kullandığımız neye harcadığımız neye harcayacağımız, tercihimize bağlı. Zaman telakkileri, algıları, anlayışları farklı. İnsanlık tarihi boyunca farklı zaman algıları olmuş, anlayışları olmuş. Üç tip belirgin zaman algısı var anlayışı var. Doğrusal zaman algısı. Linear dedikleri ecnebilerin. Doğrusal zaman algısı. İlk ilkeldi, son mükemmel olacak. Dolayısıyla, bu zaman algısı aynı zamanda işte Avrupa’da veya Amerika’da kendisini armegedon dedikleri “kıyamete hazırlayan” bir zaman algısı birilerinin elinde. Birilerinin elinde; insanlığın sonu, insanlığın bitişi, zamanın sonu, tarihin sonu, ki Fukuyama’nın kitabına verdiği isimde olduğu gibi artık başladık ve bitirdik. Medeniyetlerin zirvesine geldik, küresel medeniyeti kurduk ve tarihin sonuna geldik anlamında bir kibir, bir gurur abidesi tırnak içinde bir zaman algısı. Aslında tüm mesiyanik ve mehdici zaman algıları linear zaman algısıdır; doğrusal zaman algısıdır. Niye? Bir mehdi gelecek bizi kurtaracak. Onun için de ondan öncesi battı, yattı, gitti, mehdi gelecek, kurtarıcı gelecek, mesih gelecek, inecek, çama inecek-şama inecek orası ihtilaflı önemli değil. Sizde Çam’a insin, bizde Şam’a insin ama zaman algısı böyle. Dolayısıyla, Mehdi gelince kurtulacaksınız. Böyle bir zaman algısı. Doğrusal zaman algısı. Birde sklik dedikleri çember, çevrimsel zaman algısı var. O zaman algısı da daha çok Uzak Doğu’nun, Hint’in, Budizm’in, Hinduizm’in ve Uzak Doğu dinlerinin zaman algısı. Nedir o? İşte reenkarnasyon, ruh göçü. Döner döner insan yine gelir. Döner yine gelir. Gider yine gelir. Dolayısıyla zaman sürekli deveran eder. Bir çember gibi deveran eder, hiç bozulmaz. Böyle bir zaman algısında tabi, bir yaratıcıya ihtiyaç yok. Niye? Zamanın kendisi yaratıcıdır. Zamanın kendisi tanrıdır böyle bir algıda. Çünkü çemberse eğer, çemberin başı yok ki sonu olsun. Sürekli deveran eder. Sürekli döner. Sürekli devinim halindedir. Zaten bu, bu algı, çok ilginçtir. Hadise de girmiş. Nasıl girmiş, kim sokmuş, nasıl etmiş bilmiyorum. “İnnallahe huveddhr; Allah zamandır.” Düşünebiliyor musunuz? Sahih hadis kitaplarına girebilmiş bir hadis bu ve Gazali’nin kitabına aldığı bir şey. Allah zamansa; zaman yaratıldı mı yaratılmadı mı? Zamanı yaratan Allah, zamanın kendisi mi, kendi kendine mi yaratmış oldu? Zaman geçip giden bir şey, bölüne bilen bir şey, görece bir şey, nispi bir şey, değişen bir şey. Peki Allah’ta görece midir? Haa. Nispi midir? Azalır çoğalır mı? Parçalanır mı? Bölünür mü? Geçmiş zaman Allah’ı, gelecek zaman Allah’ı, şimdi… Haşa. Görüyorsunuz. Kitapta durduğu gibi durmuyor. Şişede durduğu gibi durmuyor. Uydurduğunuz yerde kalmıyor yani. Korkunç şeyler oluyor. Bu yüzden, sırf bu yüzden Gazali’yi tekfir eden çağdaşları olmuş. Küfürle suçlayan çağdaşları olmuş, alimlerden. Eh yaptığını bulmuş. Kendisi de İbn-i Sina ve Farabi’yi üç meseleden dolayı küfürle suçlamıştı, kafir ilan etmişti. Dolayısıyla bu anlamda zaman meselesinde, ikinci şey çevrimsel. Üçüncü bir zaman görüşü daha var o da spiral, spiral Türkçeye geçmiş zaten kelime. Spiral zaman algısı. Hem döner hem yükselir. Yani doğrusal zaman algısıyla çevrimsel zaman algısının ikisini bir araya getirmişler hem dönüyor hem yükseliyor. Yine bu zaman algısında da mesela mesiyanik, mehdici, mesihçi tüm algılar, bu zaman algısına da tatbik edilebilir. Peki Kur’an’ın bir zaman algısı var mı? Bunların üçüne de girdiğini düşünmüyorum. Tabi bu benim düşüncem. Yanılıyor olabilirim. Yorum bana ait. Bunların üçünün de dışında bir zaman algısı var. “Sulletun minel’evveline ve sulletun minel’ahırin.” Ayeti hatırlayalım. Vakıa suresinde. Sulletun minel’evveline ve kalilun minel’ahırine” de var ayrıca. Yani bir kısmı öncekilerden bir kısmı sonrakilerden. Çoğu öncekilerden azı sonrakilerden. Dolayısıyla bu tip farklı farklı ayetler var. Aynı zaman da öncelik ve sonralığın, iyilik ve kötülüğün ne öne hasredilebileceği ne sona hasredilebileceğini söyleyen bir zaman algısı bu. Yani iyiler geride kaldı, gelecek zaman kötü zamanlar. Silin aklınızdan bunu. Veyahut ta tersi. Kötü zamanlar hep gerideydi iyi zaman en son zaman. En son zaman en iyi zaman. En ilk zamanda en kötü zaman. Bunu da silin aklınızdan. Yok böyle bir şey. Peki ne var? Şu var zaman kendiliğinden iyi veya kötü olmaz. Zamanı, iyi veya kötü eden insan oğlunun o zaman içinde yaptıkları, tercihleri, o zamana vurduğu damgalar. Eğer iyilikler yaparsanız, o zaman güzelleşir o zaman iyileşir. Eğer kötülükler yaparsanız, o zaman kötüleşir. Dolayısıyla zamana bulmayın. Zamana yıkmayın. Zamanın sırtına yıkmayın günahlarınızı, suçlarınızı, hatalarınızı. Onun için kötü zamanda geldik demeyin. Kötü zaman olmaz. Siz zamanı iyileştirin. Sizin tercihiniz. Sizin elinize verilmiş bir imkân. Zamanı güzelleştiren de insanoğlu, çirkinleştirende insanoğlu. Yaptıklarınız. Dolayısıyla unutmayın hani öyle diyordu ya İslam komutanı, gel diyor mübarek beldelere gel diye bir mektup yazıyor. Kime yazıyor? Selma’nı Farisi’ye. Selma’nı Farisi mektubu aldıktan sonra, cevaben diyor ki “Beldeler mübarek olmaz. O beldeleri mübarek eden, o beldelerde yaşayan insanların davranışlarıdır”. Bakış açısına bakar mısınız? Bakar mısınız şu bilince. Dolayısıyla ha sanmayın ki Allah resulünün arkadaşları hep aynı bilinçteydi. Hayır değildi. Bunun gramının olmadığı Allah Resulünün yanında yöresinde insanlarda biliyoruz. Zaten, ona gel mübarek beldeye diyen de Allah Resulünün arkadaşlarından unutmayın. Ama o öyle o öyle. Bilinçler de değişir insanlar da farklı farklı. Dolayısıyla, zaman algısı meselesinde Kur’an’ın zaman algısını bir isimle isimlendirecek olursak; topografik zaman diyebiliyorum diye düşünüyorum. Ne demek bu? Yeryüzü şekli gibi. Hani şu umreye, hacca gidince onun bir parçası var, menasikin bir parçası. Nedir? Say. Nasıl bir hareket say? Evet. Aslında mahvettiler tabi. Keşke orijinali üzere kalsaydı. Keşke yürüdüğü yol kalsaydı. Hacer’in tepeleri kalsaydı. Bizim ayağımızda Hacer’in ayağının değdiği kumlara değseydi. Hacer’i anlasaydık. Tabi İbrahimlerimizi kaybettik. Ondan sonra İsmaillerimizi kaybettik. Hacer olmaya da hacet kalmadı. Bu anlamda tepe var. İniyorsunuz. Yani bir iniş var. Ondan sonra bir düz var. Düze geliyorsunuz. Ondan sonra bir yokuş var. Ondan sonra bir dönüş var. Ondan sonra bir daha dönüş var. Yine iniş yine düz yine yokuş yine dönüş. Yine iniş yine düz yine yokuş yine dönüş. Ne bu? Hayat. Hayatını özetle desem başka ne diyebilirsiniz ki bana. Hayat budur işte. İnişleri var, düzleri var, yokuşları var, dönüşleri var. Dönüşleri de var ama, bu çok önemli. Dolaysıyla hayat bundan ibaret. Onun için yokuşa denk geldiniz diyelim. Kim gibi? Yahya gibi. Kellesi altın tepsi içinde, zamanın Yahudi hükümdarına sunulmuş; Yahya gibi. Düşünün. Yaşayacak diyor, adını da rabbi koymuş. Doğmadan adı konulmuş. Yahya; yaşayacak demek. Yaşar demek. Hem de fiilden isim olmuş. Ama ne olmuş? 33 yaşında kafasını bir koyun gibi kesmişler ve altın tepsi içerisinde zamanın Roma’ya bağlı Yahudi hükümdarına sunmuşlar. Hani yaşayacaktı ya rabbi? Sizin yaşamak dediğiniz farklı. Siz nefes alana yaşamak diyorsunuz. Bense; ameli, salih amelleriyle “velbagi atussalihat” eylemi yaşayacak olana yaşayacak diyorum. Sizin söylediğiniz yaşamak; koyunun, keçinin yaşaması gibi bir şey. Benim söylediğim yaşamaksa; hafızanın, eylemin, güzelliğin yaşaması gibi bir şey. Yiğit ölür, yiğitlik ölmez. Onun için yaşamak bu işte ve gitti. Yokuşta denk geldi çünkü. Bazen de inişte denk gelir. Süleyman ve Davud. Davud ve Süleyman. Evet. O da inişte denk geldi. İkisi kurban oldu, ikisi sultan oldu. Hepsi de nebi idi. Ama kurban olmakla sultan olmak arasında sınavda bir fark yok. Aslında olgunluk nedir biliyor musunuz? Kurban veya sultan olduğunuzda değişmemektir. İktidar sizi değiştirmediyse, olgun diye ona derler, o kişiye derler. Dolayısıyla acıyla da sınanırsınız, varlıkla da. Yoklukla da sınanırsınız, varlıkla da. Acıyla da sınanırsınız sevinçle de. Ama bütün bunlar sizi değiştirmez. İster verir ister alır. Verdiğinde de aldığında da ilkeleriniz üzere hareket edersiniz. Verdiğinde şımarmaz, aldığında umutsuzlaşmazsınız. İşte, zamanı kullanmak böyle bir şey. Zamanın görece niteliği çok önemli. Zaman; görece. Zaman; değişken. Onun için gece ve gündüzün görece niteliği zaten ortada görüyorsunuz. Onun içinde değişken. Daima değişiyor. Mevsimlere göre değişiyor, güneyde-kuzeyde değişiyor, ekvatorda değişiyor. O değil sadece. Birde Einstein’ın keşfettiği, zaten var olan, ama birde Einstein’ın keşfettiği zaman görece niteliği var. O da nedir? Özel ve genel görelilik kuramı. Aslında yasası demek lazım. Bu yasayı bulan; Einstein. Nasıl buldu? Hareket yasasını keşfetti. Zamanın maddenin bir boyutu, dördüncü boyutu olduğunu keşfetti. Aslında, maddenin enerji olduğunu keşfetti. Madde ve enerji arasında dönüşüm olduğunu keşfetti. İşte bu formül o E=mc². Enerji maddeye, madde enerjiye dönüşebiliyor. Şu eşittirin iki yakası birbirine geçebiliyor. Aslında Einstein’a kadar bunun fark edilmiş olması lazımdı. Ama biliyorsunuz o zamana kadar hem teknoloji gelişmemişti hem ölçümler hassaslaşmamıştı. Onun için belki de işte ona nasip oldu. Biraz fazla emek verdi, fazla emek verene nasip oluyor. Dolayısıyla talep edene nasip oluyor. İşte bu anlamda, özel ve genel görelilik yasası keşfedildiğinde anlaşıldı ki, anlaşıldı ki hareket hızlandıkça, zaman düşüyor. Bir uçakta giden insanın zamanıyla, yeryüzünde duran insanın zamanı aynı değil. Eğer bu uçağı füzeye çevirirsek, füzedekinin zamanı daha da yavaşlıyor. Eğer bu füzeyi, ışık hızında giden bir füze olabilseydi farzı muhal olamaz. Işık hızında madde gidemez. Dolayısıyla ışık hızında gitmesi için ne olması lazım? Fotona dönüşmesi lazım. Yani güneşin zerreciklerine dönüşmesi lazım. Dolayısıyla o, o zaman madde kalmıyor. Eğer ışık hızında gidebilseydi o zaman, zaman dururdu. Işık hızından hızlı gidebilseydi zaman geriye yürürdü. Yani, nasıl ki zaman geçtikçe yaşlanıyoruz, ışık hızından daha hızlı gitmek mümkün olsaydı, zaman geçtikçe gençleşirdik. Bu niteliğini keşfetti zamanın Einstein. Dolayısıyla formülü de böyle kurdu. Bu formül ta oradan başlar. Eyvallah. Devam edelim. Bunların tefsirle ne alakası var. Hiçbir alakası yok. Bunların hayatla alakası var. Kur’an’ın hayatla ne alakası var? Çok alakası var. Kur’an, hayat kitabı. Dolayısıyla Kur’an’ın tüm ayetleri hayatı gösterir. Onun içinde biz bir tedai bir çağrışım yapıyoruz. Kur’an’ın gösterdiği yerlere bakıyoruz. Gece diyor, geceye bakıyoruz. Gündüz diyor, gündüze bakıyoruz. Onun için de yemin ediyor. Niye yemin ettin ey Kur’an? diyoruz. Gece ve gündüze niye yemin ettin? Evet. Niye yemin ettin? Dikkatinizi çektim ey insan oğlu. O kadar çok karşılaşıyorsunuz ki çok karşılaştığınız bir şeye karşı hassasiyetinizi kaybediyorsunuz. Yani; ayetle çok karşılaşıyorsunuz diye, ayeti görmezden geliyorsunuz. Değerli bir şeyle çok karşılaşınca değeri düşer mi? Niye böylesiniz? Niye alıştığınız iyilikleri, alıştığınız güzellikleri, alıştığınız değerleri düşük olarak görüyorsunuz? İlle de ömrünüzde sadece bir kez mi görmeniz lazım geceyi, bir kez mi görmeniz lazım gündüzü? Bir kez görseydiniz ayı, bir kez görseydiniz güneşi, ömür boyu bir kez görseydiniz nasıl bakardınız? Ama şimdi fark emiyorsunuz. Niye? Niye fark etmiyorsunuz? Yani Allah bu kadar cömert olunca, sizin tavrınız fark etmemek biçiminde mi gelişiyor? İşte bakın, bende yemin ediyorum. Ben de tanık kılıyorum. Ben de dile gelsin şahit olsun diyorum. Yani; gözünüzde kaybettiniz, görmez oldunuz nimetleri, gözünüze gözünüze sokuyorum bende. Evet. Bin sene gibi bir gece. Hac 47. Evet bin sene. Elli bin sene miktarınca bir gün. Evet. Elli bin sene miktarınca bir gün. Bin sene, elli bin sene. Bir geceyi bir ömre bedel yapabilirsin. Kadir gecesi değil mi? Kadir gecesi ne demek? Bin aydan hayırlı. Bin ay ne kadar? Seksen üç yıl. Seksen üç yıl. Yani bir insan ömrünün aşağı yukarı ortalaması. Dolaysıyla, seksen üç yıldan hayırlı bir gece ne demek? Şu demek Kur’an’i ilkelerin içine indiği gece, bir gece varsa, bir ömre bedeldir. Eğer Kur’an’i ilkelerin içinde olduğu gece bir ömre bedel, bir bereketli geceye dönüşüyorsa tersi de geçerli. Tersi nedir? İlkesiz geçen bir ömür bir gece kadar bereketsiz. Budur. Dolayısıyla zamanın görece niteliğinin, değişken niteliğinin, manevi olarak da izahı budur aslında. Kur’an’da iki tür karanlık var Leyl/gece Zalam Zulumat var ya. Onun tekili zalamdır. Zulümat. Karanlıklar. Aslında leyl ile zulumat arasında bir fark var. Çok temel bir fark ama. Derece farkı değil, mahiyet farkı. Nitelik farkı. Nedir o? Leyl; içinden aydınlatılabilen geceye denir. Bir mum yakarsın aydınlanır. Onun için ay, güneşten aldığı ışığı, gecenin kandili olarak geceye verir ve aydınlatır. Bu, içinden aydınlatılabilen karanlıktır. Bir de içinden aydınlatılamayan karanlık vardır. Ona zalam, zulümat denir. Peki ona karşı tedbir nedir? Geceye karşı tedbir belli. Bir mum yakarsınız, bir lamba yakarsınız aydınlanır. Peki insan zulümatın içine düşerse, yani zihinde gece olursa, zihinde kararma olursa, akılda kararma olursa, imanda kararma olursa yani iç dünyası kararırsa ne yapar? Orayı terk eder. Evet, terk eder. “Minezzulumati ilennur.” İşte onun için böyledir. “Min” “ila”. “From” “to”. “Min” “ila”. “Bundan” “Buna”. “Zulümattan” “Nura”. “Karanlıktan” “Aydınlığa”. Bu çok önemlidir. Yani iki tür aslında tedbir vardır. İçinden giderebileceğiniz tedbir Onu terk etmeden kurtulamayacağınız tedbir. Onun için işte gece ay ilişkisi. Ezvac. Birincisine ezvac diyoruz. Ezvac. Eşler. Eş ilişkisi. Bakınız peer İngilizcede. Zalam Bu da ezdat ilişkisi. Zıtlar. Zıtlar. Karşıtlar. Karşıt. Opposites diye karşılıyorlar İngilizler bunu. Onu da yazıyorum ki dışarıdan izleyenler, hayli izleyicimiz var. Yabancı dille izliyorlar. Derslerin İngilizce alt yazıları var, İngilizce alt yazılı olarak. Eğer isterseniz bu dersleri; Youtube’da bir seçenek var. Seçeneği açıyorsunuz. İngilizce alt yazıya tıklıyorsunuz. Dersin İngilizce alt yazısı açılıyor. Lütfen önceki dersleri, eğer öyle dostlarınız varsa, İngilizce üzerinden izleyen, İngilizce seçeneği de var oradan izleyebilirler. Neden gece ve gündüz tanık olsun, dile gelsin? “Vel leyli iza yağşa ven nehari iza tecella.” Surenin başladığı ilk iki ayet. Evet. Kapladığı zaman, kuşattığı zaman gece şahit olsun. Geceye yemin olsun diye çevirmedim “vav”ı. “Vav”da yemin anlamı mecazidir, hakiki yemin anlamı yoktur. Çünkü Arap dilinde yemin ayrıca; “gasem”dir, “uksimu” zaten var. Onun için “vav”daki anlam aslında tanık olma anlamı. Dikkat çekme anlamı. Şahit olma anlamı. Ne idi dostlar? Hatırlayalım. Varlık ikiye ayrılır. Canlı-cansız diye ikiye ayrılır. Kesinlikle. Yani, taş cansızdır. Bitki canlıdır. Hayvan canlıdır. İnsan canlıdır. Ama varlık hafızalı, hafızasız diye ikiye ayrılmaz. Bütün bir varlık hafızalıdır. Nasıl ki bütün bir varlık enerjidir. Taşta enerjidir, enerjinin katı halidir. Toprakta enerjidir, enerjinin katı hali. Maddenin tamamı, enerjinin katı halidir. Dolayısıyla hafızadır aynı zamanda. Hafızalıdır. Bu ne demektir biliyor musunuz? Madde şahit olur. Evet şahit olur. Dile gelir, şahit olur. Kendi dili ile tabi şahit olur. Benim dilimle değil. Onun için burada da “vel leyli iza yağşa”. Kapladığı zaman karardığı zaman gece dile gelsin. “ven nehari iza tecella”. Ortaya çıktı, aydınlandı, kendini gösterdiği zamanda, gündüz dile gelsin, şahit olsun. Kötülüğünü gecenin altın saklama ey insan. Gecede tanıktır. Geceyi günahın üstüne yorgan gibi örtme. Gece günahı örtmez. Dolayısıyla kötülüğü örtmez. Niye? Geceyi gören var. Gece de tanık olur. Gündüz de tanık olur. “Herkes işinde gücünde, kim görecek ki kim izleyecek ki?” deme. Peki herkes işinde gücündeyken, gören biri var. Gösteren biri var. Gündüzün kendisi hafızalıdır. İlle de kötülük yapacaksan sonuçta Allah’ın yarattığı bir gecede yapma. Allah’ın yarattığı bir gündüzde yapma. Git yap yarat geceni, yarat gündüzünü, yarat zamanını onda yap. Nasıl mesaj? Değil mi? İnsanın içine, bir kıymık gibi batıyor değil mi? Eyvallah. “HER ŞEY ZIDDIYLA KAİMDİR” YA DA ÇİFT KUTUPLULUK YASASI Bu bir kanun. Bu bir yasa. Her şey zıddıyla kaimdir. Çift kutupluluk yasası şimdi tabi kuantum fiziği gündemde. Çok kutupluluk yasası da diyebilirdim. Zaten, çift kutupluluktan bahsettim. Biraz sonra bu surenin ana fikri olan aynı zamanda farklılık yasasına da getireceğim. Farklılık; aslında çok kutupluluktur. Kur’an’da farklılıktan farklı farklı kelimelerle söz edilir. Tek bir kelimeyle söz edilmez. İşte, eşlilik; ezvac ve zıtlılık; ezdat meselesi. Yani mesela eşcar. Şecer; ağaç demek. Basit Arapça bilenleriniz hatırlayacaktır. Şecer; ağaç. Ama “fima şecera beynekum”. Arazınızdaki ihtilaflar. İhtilaf demek aynı zamanda. Yani tartışma demek. Ağacın dalları nasıl birbirinden ayrı olarak çıkar, onun için tartışmada oradan gelmiş. Tartışma da oradan gelmiş. Dolayısıyla, farklılık demek. Hacda öyle. Hac da aslında, doğruyu bulmak için delilli tartışma demek. Hüccet oradan gelir. Hüccet; delil demektir. Onun için yani delillerle tartışmak. Niza da tartışmaktır. Ama niza, sonu ayrılığa, sonu tefrikaya varan tartışmaya niza derler. İstenmeyen tartışma. Hac, istenen tartışma. Niza, istenmeyen tartışma. Bakınız farklı farklı ihtilaflar farklı farklı. Halık tek, mahluk çok. Öyle değil mi? Allah bir, ama yarattıkları çok. Peki, genel kural neydi? Aynen la ilahe illallah’ gibi bir kuralımız var. Neydi o? Haliki çoklamak şirk, mahluku teklemek zulüm üretir. Öyle değil mi? Mahluku teklemek, yaratılmışı teklemek zulüm üretir. Sen, biriciksin. Yok öyle bir şey. Sen biricik değilsin. Sen, Allah için vazgeçilmez değilsin. Allah için vazgeçilmez yok ki. Onun için yani hiç kimse, hiçbirimiz kendini bulunmaz hint kumaşı gibi görmesin. Eşimiz benzerimiz her yerde çıkabilir ve Allah bize muhtaç değil, biz ona muhtacız. Onun için bu anlamda; Halik tektir, mahluk çoktur. Yaratılmış çoktur. Yaratan, tektir. Yaratanın tekliği bize haddimizi bildirmek içindir aynı zamanda. Yaratılmışlardaki çift kutupluluk müsellem bir hakikat. Çift kutupludur yaratılmışlar. Eşler ve zıtlar. Diyalektik düşünce zihnin çift kutupluluğunun ürünüdür. Eşler ve zıtları görüyorsunuz. Erkek ve kadın. Kromozomlar. 23 anneden, 23 babadan. Öyle değil mi? İkisinden de alıyoruz. İkisi de imza atıyor. Biri y kromozomuna imza atıyor, biri de işte Mitekontrial DNA’ya imza atıyor. Dolayısıyla tüm anneler; geriye doğru imza atmış genimize. Tüm babalar; geriye doğru imza atmış. Bininci babanızın imzası var geninizde. Beş bininci annenizin imzası var geninizde. Biliyor musunuz bunu? Evet. Tüm imzaları taşıyorsunuz. İmza sülkülerisiniz. Tüm imzaları taşıyorsunuz. Dolayısıyla gördüğünüz gibi her şey çift bu anlamda. İşte maddenin temel taşı. Nedir? Atom. Atomun da bir çift üzerine kurulduğunu biliyorsunuz artık, değil mi? Bir çift üzerine kurulduğunu biliyorsunuz artık değil mi? Proton nötron, sıfır yüklü artı yüklü ve elektron. Aslında onların enerjisi diyelim. Onları bir arada tutan enerji diyelim. Yani atmosferi diyelim. Bilmiyorum, fizikçiler bu söylediğime ne diyecek yanlışsın diyorlarsa başım üstüne, hemen atarız. Evet, orada da öyle bakınız; yani kimyada öyle, fizikte öyle, biyolojide öyle, hepsinde öyle… yani, çift kutupluluk hep öyle. Bakınız; Dioksit Ribo nükleik Asit. RNA; RNA sarmalını gördünüz mü? Görmeyenler baksın. O sarmal bir merdiven sarmalı aynı zamanda, İki tarafın da iki merdivenin iki çıtası gibi iki sopası gibi iki tarafı var biliyorsunuz. Peki, nedir o? Aslında dört baz, dört asit bazından oluşmuş efendim; Adenin Timin Guanin Sitozin. Doğru söyledim mi Oğuz Bey? Eyvallah. Aranızda doktorların olması ne güzel bir şey? Yanıldığım zaman, beni düzeltecekler var. Dolayısıyla dört tane kodunuzdan, bu kadar çeşit varlık, sadece sekiz milyara yakın insan değil, aynı zamanda on yedi milyon canlı türünün hepsi, aynı zamanda canlı türünün alt türleri. Anlatabiliyor muyum? Evet, Alla hu Ekber yani. Tek hücrelilere varana dek, Alplere varana dek, tüm hücre sahibi varlıkların hepsinde aynı sistem geçerli. Sadece dört kottan sekiz milyar çeşit insan, sadece dört kottan; trilyonlarca böcek. Nasıl bir şey? Eyvallah, Alla hu Ekber’lik bir şey. İşte bütün bunların temelde sistemi çift kutupluluk, çift kutupluluk harika bir şey, insan içinde çift kutupluluk harika bir şey. Zihinler de çift kutup biliyor musunuz? Eril ve dişil zihinler çiftleşir yepyeni fikirler oluşur. Bakınız, zihnimiz bile iki yarı küreden oluşuyor. Bakınız, hiç çekirdekleri tohumlarla ilgileniyor musunuz? Bir nohudu alın elinize, bir fasulyeyi elinize, bir bademi alın elinize, bir bademi alın elinize, bir cevizi alın elinize iki şaktır iki şaktır. Orayı buldunuz mu açarsınız açtınız mı çok ilginç… eğer bu çıkarsa filiz mesela fasulye filizlendi değil mi? Orada ikisini görürsünüz. Dolayısıyla, çift kutupluluk beynimizde bile var bu anlamda, sağ lob, sol lob bakınız ve ikisinin görevleri farklı farklı özelleşmiş. Bu anlamda fikirlerde öyle, fikirlerde izdivaç eder, fikirlerde çiftleşir, fikirler de ürer, fikirler de döllenir. Ama düşünen için, ama sağ lobla sol lobu birbirinden ayrı yerlere koymayanlar için. Öyle değil mi? Duygusuyla düşüncesi birbiriyle irtibatta olan için, tefekkürüyle duygusunu birbiriyle irtibatta tutan için, bağlantı kuran için bu bağlantıyı keserseniz, fikirler izdivaç etmez. Diyalektik düşünce; zihnin çift kutupluluğunu bir ürünü. Eski yunandan beri diyalektik düşünce hep dile gelir. Sokrat aslında diyalektik düşüncenin bir şahıdır. Muhteşem bir isimdir bu anlamda. Ama diyalektik düşünceyi bir yöntem olarak ortaya koyan; Hegel olmuştur. Hegel ’in diyalektik düşüncesi aslında; tez, antitez, sentez. Yani, insanoğlunun fikirleri tüm idealleri, ideolojiler vs. tüm akımlar ister edebi akımlar olsun ister siyasi akımlar olsun ister ekonomik akımlar olsun, hep tez ileri sürülür, ona bir antitez gelir ve bunlar sentezlenir, ortadan devam eder, ondan sonra yine dallanabilir. Aslında diyalektik ne demek biliyor musunuz? Evet, diyalektik; aslında iki kelimeden oluşur. Evet, diyalog ve etik. İlginç değil mi? Diyalog; beyinizin iki yarım küresi diyalogda olacak. Erkek ve kadın diyalogda olacak ki bir ürün versinler. Beyinizin iki yarım küresi diyalogda olacak ki bir ürün versin, alt beyinle üst beyin diyalogda olacak ki yaşam sürsün. Dolayısıyla gördüğünüz gibi hep bu böyle; diyalog ve etik, ahlak. Bizde ikisi de yok. Ne diyalog var. Ne etik var. Onun için de diyalektik yok işte, olmuyor, gördüğünüz gibi ve çatışma oluyor, savaş oluyor, kellesini kesiyor. Anlatabiliyor muyum? Susturuyor, sus diyor. Hayır konuşsun, en istemediğin de konuşsun. Benim istemediğim şey ne biliyor musunuz? İftira etmesin! İftira etmesin. Çelişkiye düşmesin, çelişkiye. Yani, neyse öyle görünsün, münafıklık yapmasın. Neyse. Şirk ehli mi? Şirkini savunsun arkadaş, münafıklık yapmasın. Çelişki, ahlaksızlıktır. Çelişki gördüğünüz yerde ahlaksızlık damgasını vurabilirsiniz. Zaten, tüm tutarsızlıklar ahlaksızlık kapısına açılır. Onun için ney ise o olsun. Benim sevmediğim, benim istemediğim şey; başkasına haksızlık yapmasın. Başkasına zarar verme. İlk ilke, ilk ilke. Bu ilkeye riayet etsin. Başkasına zarar vermesin. Kendi inandığını dile getirebilir, açıklayabilir, ona çağırabilir, onun propagandasını yapabilir; bu her insanın en tabi hakkıdır, en doğal hakkıdır, insan hakkıdır. Ama dediğim gibi aldatmasın, kandırmasın. 21 Ayetlik Surede 12 Polarite Evet, neden bütün bu konulara girdim? Şu sureye bakar mısınız? Şu ihtişama bakar mısınız? Topu topu şuna bakınız. 21 ayet mi olacak? Affedersiniz. Evet, bir süredeki karşıtlıklara bakar mısınız? Sizin için çıkardım bunu, hiçbir yerde hazır görmedim, kendi tefsirimde de hazır görmedim. İlk defa sizin için çıkardım bunu. Nedir bu 21 sürelik ayette 12 polarite? 12 polarite. Yani, zıt kutupluluk, eşlilik, karşıtlık. Gündüz-Gece “Leyl- Nehar.” Örten/soğuran- açan/yansıtan “Ya’şa- Tecella.” Erkek-Dişi “Zeker-Ünsa.” Cömertçe verdi- Cimrilik etti “A’la- Bahile.” Sorumluluk- Sorumsuzluk “Takva- İstiğna.” Doğruladı- Yalanladı “Saddaka- Kezzebe.” Kolaylık- Zorluk “Yusra- Usra.” Son- Ön “El Ahiret- El Ûla.” Bakınız “Ed Dünya” demiyor. Ahiret gördüğünüz her şeye ölüm sonrasını yapıştırmayın demiştim. Burada açıkçası “El Ûla” diyor “Ed dünya” demiyor. “El Ûla- El Ahira” çifti geliyorsa eğer, o “El Ahira” ölümden sonrasını değil, ölümden öncesini de kapsar. Yarın Ahirettir, bir sonraki zaman ahirettir, bu haftaya göre bir sonraki hafta ahirettir, bu aya göre bir sonraki ay ahirettir. Dolayısıyla yani şu anda yaptığınız hareketin arkasından gelen hareket, o hareketin ahiretidir. En azgın- En takvalı “El eşka- El etka.” Alçalış- Arınıp yüceliş “Teredda- yetezekka.” Karşılık bekleme- Rab için karşılıksız yapma “Tucza- ibtiğâe veçhi Rab” Körüklenmiş ateş- Mutlu son “Naran telezza- Yerda.” Nasıl buldunuz? Müthiş bir çiftler sistemi, müthiş bir çiftler sistemi. Aslında bu, neyi gösteriyor biliyor musunuz dostlar? Şunu gösteriyor. İnsan yolcudur. Eğer nokta olsaydı, tek olsaydı, çiftli olmasaydı, yolculuğu neye göre alacaktık? Peki, bu yolculukta yolculuğu ne tarafa göre yapacağınız kim belirliyor? Siz. Kim seçiyor? Siz. Siz seçiyorsunuz. Kaderiniz seçiminizdir. Geçen de söylemiştim. Siz, biz seçiyoruz. Dolayısıyla burada nedir? İki ucu bağlanmadan bir saz akort edilebilir mi? Telin iki ucu sabit değilse, tel akort tutar mı? Tutmaz. Sazdan anlayanlar, konuşuyor zaten efendim, tutmaz. Akort tutması için telin iki ucu bağlanacak; biri doğma biri ölüme bağlanacak. Gerilecek. Hayattaki gerilimler niye var? Ya Allah’ın Mustafa kulu, dilerseniz hocam da diyebilirsiniz efendim öyle diyorlar bazıları. Neden gerip duruyor ki Allah bizi? Yani bıraksa şöyle bir rahat etsek üç günlük dünya zaten, niye geriyor ki? Akort yapıyor. İnanın akort yapıyor, yoksa ses çıkmaz, hiçbir şeye yaramaz. Hiçbir şeye yaramaz. Armoni olmaz gürültü olur. Akort yapıyor, ince ayar çekiyor. Niye öyle? Geri yani gerileceksiniz ki bir güzellik çıksın oradan. Çünkü, varlığınızın farkına gerilince varıyorsunuz. Bu; psikolojik gerilim anlamına gelmiyor bu söylediğim şey. Bu; varlık gerilimi, varoluşsal gerilim bu. Nedir bu? Daima böyle olacak. Bir yol üstündesiniz, yürüyorsunuz, yolcusunuz daima yolcusunuz. Hancı olmayacaksınız hiçbir zaman. Onun için de biri bir tarafta biri bir tarafta. Nerden nereye gidiyorsunuz? Seçin. Evet, “Eşka” ya mı “Etkaya” mı? Yani şaki mi olmayı seçtiniz, muttaki mi olmayı seçtiniz? Siz tespit edin. Alın! Gece mi olmayı seçtiniz, gündüz mü olmayı seçtiniz? Buyurun, siz tercih edin. Yani açan, yansıtan mısınız? Örten, soğuran mısınız? Aklınızın üstün örtüyor musunuz, ölçüyor musunuz? İradenizin üstünüzü örtüyor musunuz, açıyor musunuz? Vicdanınızın üstünü örtüyor musunuz, açıyor musunuz? Vicdanınızın kafiri misiniz, mümini misiniz? Aklınızın kafiri misiniz, mümini misiniz? Tahakkul ediyorsanız; aklın müminisiniz. Eğer tahakkul etmiyorsanız, yani aklınızı kullanmıyorsanız; aklın kafirisiniz. Aklı örtüyorsunuz. İçki, aklı örtüğü için haram kılınmıştır. “Ben içmiyorum ama hocam… içmeden örtüyorum”. Zaten haramlığın sebebi o. Sen içmeden haram işliyorsun yahu…sen içmeden haram işliyorsun. Anlatabiliyor muyum? Haramlığın sebebi o; aklı örtmek. Dolayısıyla sen içmeden maksadı yani o kötü amaca ulaşıyorsun. Hem de içene ayıktırıyoruz ama seni ayıktıramıyoruz arkadaş. Bir kova ayıktırır içeni, ama denize atsak sende tık yok. Onun için görüyorsunuz değil mi? Böyle bağlıyor işte iki ucumuzu ve tın tın ötürüyor. Bırakın da çalsın. Eyvallah, güzel notalar çıkıyor. Güzel şeyler çıkıyor, ama tabi bu noktada seçimlerimiz önemli, seçimlerimiz belirleyici çok belirleyici. 21 Ayetlik surede 12 polarite, 12 zıt kutupluluk veya eş kutupluluk muhteşem bir şey. KUR’AN’IN “MESANİ / İKİŞERLİLER” SİSTEMİNE DAİR Zümer suresinin “Allâhu nezzele ahsenel hadîsi kitâben muteşâbihen mesâniye” Dikkatinizi çekmek istediğim şey bu sondaki iki kelime. “Muteşâbihen mesâni” Hatta sondaki tek kelime “Mesâni.” Bu kelime “mesâni”. Evet Kur’an’ın sistemine dair bir anahtardır bu. Şu kelime İkişerliler; yani “Allah hadisin en güzelini indirdi” diyor. Çok ilginç ya… tam yerine denk geldi atlayamayacağım. Kur’an’ın içinde ıstılah-idyon yani efendim terim. Bakınız üçü de benzer anlamlı. Terim olan bazı kelimeler, gelenek tarafından terim olmaktan çıkartılıp sıradan kelimeye dönüştürülmüş. Hadis; terim aslında Kur’an’da. Hadis; terim. Yani, bir alan anahtarı olarak kullanılıyor anlatabiliyor muyum? Terim, sıradan kelime değil geldim, gittim, oturdum, yaptım, kalktım değil. Bu bir terim. Hadis. Hadis ne demek? Sonradan olma demek. Kadimin zıttı. Hadis, kadimin zıttıdır. Dolayısıyla sonradan çıkan, önceden olmayan, uydurma demek yani. Ama burada diyor ki Ahsen’e kelimesini getirmiş. Ahsen’e, yani Kur’an, vahilerin en sonuncusu değil mi? “AHSENE’L-HADÎS”. Demek ki şu sıfatı getirmeden tek başına bu olumlu bir kelime değil. Olumlu bir terim değil. Onun için sıfat kulanmış. Demek ki, “Esve el hadis” te var. Hadisin kötüsü. Hadisin berbatı. Dolayısıyla bu “ahsene’l-hadîs”. Dolayısıyla yani “ahsene’l-hadîs”; Kur’an’mış. Yani vahiylerin sonuncusu olmak itibariyle, önceden değil, sonradan geldi. Ama Ahseni; en güzeli. Çünkü hadis uydurma sorunu, Kur’an inerken var. Sonradan ortaya çıkmış bir sorun değil. Kur’an inerken müşrikler uyduruyor. Hatta sadece müşrikler uydurmuyor, bizim teknik terim olarak sahabe saydığımız insanların içinde de uyduranlar var. Onun için Allah Resulü, o tek mütevatir olsaydı bu olurdu denilen hadisini söylüyor. Nedir o? “Benim adıma yalan uyduran, cehennemdeki koltuğuna hazırlansın.” “Menkezeb aleyye müteammiden” de sonradan sokulmuş oraya hatta sahabeden birisi Zübeyr bin Ammar olacak. “Bunu kim sokuşturdu buraya” diyor. Evet. Yani kasıtlı olarak uyduran. Oysaki, kasıtlı kasıtsız uyduran şeklinde. Niye söylemiş bunu Allah resulü? Bir tanesini Kuba’ya yollamış. Kuba’da kaldığı evin kızına göz koyan adam “Allah Resulü bunu bana vermenizi istedi” diye ev sahibine yalan söylüyor. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla, bunlar öyle ufka bakarak veya ağzını boşluğa dikerek söylemiş sözler değil. Orada yaşanmışlıklara söylenmiş sözler. Evet bir böylesi var. Yani ıstılah olduğu halde sıradan kelimeleştirilmiş. Bir de sıradan kelime olduğu halde ıstılahlaştırılmış olanlar var Kur’an’da. O da çok ilginç oraya girmeyeyim. Mesani önemli efendim bu mesani; Kur’an’ın sistemine dair bir anahtardır. İkişerlilik. Biraz önce gördünüz bakınız; Leyl suresinde, ikişerlilik/ mesani sisteminin tipik bir örneğini gördünüz. Aslında Kur’an’ın tamamında bu sistem geçerli. Ne gelir biliyor musunuz? Dünyadan bahsettiği yerde mutlaka ahirete, ahiretten bahsettiği yerde mutlaka dünyaya. Günahtan bahsettiği yerde mutlaka sevaba, şeytandan bahsettiği yerde mutlaka Adem’e. Orada aslında iyi ve kötülük karşılaştırması yapar. Orada aslında iyi son, kötü son karşılaştırması yapar. Orada aslında iyi tercih, kötü tercih karşılaştırması yapar. Yani daima yan yanadır. Hep yan yanadır. Onun için bu sisteme; ikişerliler sistemi diyoruz. Mesani sistemi. Ali İmran 7’de muhkem müteşabih eşleştirmesi yapılıyor. Zümer 23’te “müteşabih- mesani” eşleştirilmesi yapılıyor ve daha derine dalmak istemiyorum. İkişerliler Sistemi Nasıl Anlaşılır? Evet burası önemli, bu sayfa önemli dostlar. Müzzemmil 4 Tertil üzere “sindire, sindire”, “yiye, yiye” okumakla anlaşılır, birincisi bu. Evet “Ve rattili-l kur-ân-e tertîlâ Kur’an’ı sindire sindire okuyun.” Peki biz bunu neye çevirmişiz? “Vecevvidil kur’an’e tecvida” böyle bir ayet yok Kur’an’da, ama uydurmuşuz. Yani Kur’an’ı tertil ile okuyun diyen Kur’an, ama Kur’an’ı tecvit ile okuyun diyen gelenek. Tecvit, tertilin kafiri olmuş. Evet, üstüne örtü. Niye? Nasıl buldunuz? Kaf çatlat canımı ye. Nasıl bir şey bu? Kaf çatlat canımı ye. İdgam-ı bila ğunne’yi bilmezseniz hiçbir şey olmaz. Hiçbir şey olmaz. Ama tertil ile okumazsanız, Kur’an size konuşmaz. Kur’an hiçbir şey söylemez, tertil ile okumazsanız. Dolayısıyla Allah size İdgam-ı bila ğunne’yi sormayacak, ama okudun mu diye soracak. Çünkü, ilk emir oku. Bizi hangi çayıra koyu vermişler ya? Allah aşkına, bizi nasıl bir sürü yapmışlar? Nasıl yedirmişler? Nasıl yemişiz? Hala Kur’an kursu diye açtıkları yerlerde Kur’an tüketim merkezlerinde nasıl Kur’an’sızlaştırılıyor insanlar farkında mısınız? Çocuklar, farkında mısınız? Evet, yayılım yerleri… maalesef. Yemekten bahsettim bakınız yiye yiye okumak. Biliyorsunuz yediğimiz gıdalar, müthiş bir sistemden geçiyor içerde, midede yani sindirim sistemi yoluyla öğütülüyor, ağızdan başlıyor, midede öğütülüyor, ondan sonra dağıtım başlıyor, dağıtım. Postalar-paketler halinde bağırsakta dağıtılıyor, karaciğerde dağıtılıyor, ak ciğerde dağıtılıyor. Anlatabiliyor muyum? Hepsinde dağıtılıyor. Müthiş bir dağıtım, müthiş bir dağıtım. Efendim, bu dağıtımla ne oluyor? Mitokondri denilen pilleriniz var. O pillerin içine, hücrelere doluyor. Anlatabiliyor muyum? Hücrenin pili, onun içine enerji doluyor. Yediğiniz gıdalar, şu anda sabah kahvaltısı yaptınız değil mi? Üstünden iki saat geçtiyse tamam efendim. Şu anda sabahki yediğiniz peynirler şu anda beni dinleyen kulak oldu. Anlatabiliyor muyum? Yani, sabah zeytinle bir yumurta yedim. Buraya sabah bir şey yemiyorum, ders günleri yemeden geliyorum, öyle daha rahat ediyorum efendim. Yediğim yumurta şu anda size düşünce olarak ve tefsir olarak, ders olarak, yorum olarak yansıyor efendim, geliyor. Bu enerji o. Dolayısıyla görüyorsunuz, dönüşüyor yani. Görmeye dönüşüyor, işitmeye dönüşüyor, dokunmaya dönüşüyor, konuşmaya dönüşüyor, tefekküre dönüşüyor, düşünceye. Yani buradan nereye geleceğim? Kur’an’ı yeme dedim ya. Kur’an ı eğer yer gibi okursanız; Kur’an görmeye dönüşür, tutmaya dönüşür, işitmeye dönüşür, söylemeye dönüşür. Yani Kur’an sizde gıdaya, sindirilmiş gıdaya dönüşür. Hem de hiç posası yok. Onun için yer gibi “Ve rattili-l kur-ân-e tertîlâ” İsra 10 Muks üzere. Orijinal terim bu. Muks üzere; yani dura düşüne, hatta düşe kalka. Düşe kalka tabi niye? Yanlış anlayabiliriz. Öyle değil mi? Yanlış anlayabiliriz. Ama anlama çabası içindeyiz ya eğer samimi olarak anlama çabası içindeysek, o yanlış anlamalarımız doğru anlamamıza ulaştıran birer merdiven basamağı olur. Hiç düşünmeyene göre, düşünüp de isabetli düşünemeyen artıdır. Puan almıştır. Hiç düşünmemiş… siz anlayamazsınız Kur’an’ı. Bugüne kadar Kur’an’ı, Müslümanların ellerinden aldılar. Bunu da yapanlar Müslümanlık ideasındaydılar. Aslında müşrikler, Kur’an’ı müminlerin elinden savaşla almaya çalıştı, birtakım Müslümanımsılarsa, Müslümanların elinden Kur’an’ı böyle almaya çalıştılar. İkincisi daha şeytaniydi, bana sorarsanız. Farkında mısınız? Düşe kalka bu böyle olur. Ama öğrenmek şartıyla. Ama ihtisasa saygı duymak şartıyla, ama bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmamak şartıyla. Evet, Kur’an’ı anlamaya çalışmak her Müslümana farz. Kur’an’dan hüküm çıkarmaksa, ehline farzdır. Anlatabiliyor muyum? Yani Kur’an’ı anlamaya çalışmak, Kur’an’dan hüküm çıkarıp da millette fetva dayamak değil. Bunu ikisini ayırt edelim. Al İmran 7 Te’vil / yorum üzere Müteşabihleri muhkem/ilke ayetlerinden yola çıkarak anlamak. Ne demek bu? Şu demek Anlamı birden fazla olan bir ayetle karşılaştınız, yoruma açık bir ayet değil mi? O ayeti anlamak için, muhkem ayetten yola çıkacaksınız. O ayetin muhkemini bulacaksınız. Muhkem ayeti buldunuz, anlamı birden fazla anlama, yoruma açık olan ayeti onun ışığına tutacaksınız. Ne gibi? Örneğin şefaat konusunda Kur’an’da onlarca ayet var içinde bir zat şefaat geçen 25 ayet var. Şefaat geçmeyen ayetlere ama şefaatten bahseden ayetleri 40’a yakındır hepsi. Peki, bütün bu ayetleri anlamak için, ışığına tutacağınız ayet hangisidir? Zümer 44 bitti. Şefaatin tamamı Allah’a ait. Anlaşılıyor değil mi dostlar? Bu çok önemli konu bu, burası. Yani, ışığına tutacağımız hakem ayet vardır. Hakem ayet. O hakem ayete götüreceksiniz diğer ayetleri. Bakınız ikinci bir örnek vereyim kader; Kur’an’da işte taktir, kader vs. ile ilgili ayetler geldi diyelim. Peki, hangi ayetin ışığına tutacaksınız anlamak için? İsra 13 “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık.” Kendi çabasına… Yani şu boynuyla taşıdığı çabaya verdiği emeğe. Peki bir üçüncü örnek daha vermişim İlahi yardım; “Leyse lil insane illa masa” Buyurun. Bu ayetin ışığına tutacaksınız İlahi yardımları. Yani Bedir’de 3000 melekle yardım etti. Meleklerin öldürdüğü müşrikler nerede? Yok. Çünkü her müşriki öldüren mümin belli. Bir tane açıkta yok. Zaten orada izah ettim Enfal suresinde. Yani dokuz, on, an birinci ayetlerin notlarını açıp bakarsanız Allah’ın yardımı ne demek? Eğer öyle anlamazsanız, o zaman ne olur biliyor musunuz? Elini duvara koy, uydurduğunu oku bir ay garanti, deprem garantisi öyle saçmalıklar çıkar ortaya. Bu değil bu değil, bu değil. Allah, yasasıyla çalışıyor. Evet. Cehalet tahsil etmiş allame ergenlere de bir çift sözüm var Tabi, bazılarının cehaletine bakıyorum, inanın şaşırıyorum. Şaşırıyorum. Ya özgüven patlamasından ölecek. Onun için; Kur’an yorumlanmaz demek, sadece ben yorumlarım demektir. Tamam mı? Kur’an yorumlanmaz demek “Efela yetedebberunel kur’an” ayetini inkâr etmektir. Kur’an’ı tedebbür edipte ne yapacağız? Yani Kur’an üzerinde derin düşünmek, derin düşüncelere dalmak Kur’an’ın bizzat emridir. Yorumlanmayan şeyin üstünden niye derin düşüncelere dalacaksınız söyler misiniz? Derin düşünceye dalıp da ne yapacaksınız? Asker talim nameleri yorumlanmaz mesela askerde yorum yoktur. Değil mi? Talimnameyi okudum da komutanım ben şöyle yorumladım. Ağzının üstene yersin veya 20 şınavı çekersin, öyle değil mi? Yok işte orada yorum yok. Sana yorum düşmez. Kapının arkasında yazar bak koğuş kapısının arkasında, silahlıkta yazar, tuvalette bile yazar affedersiniz, öyle değil mi? Dolayısıyla ne yazıyorsa o, ama Kur’an öyle değil ki talimname değil ki. Kur’an akledenlere hitap eden bir hitap, bir kitap. Onun için de “Efela yetedebberunel kur’an” Kur’an üzerine derinliğine düşüneceksin ki onun anlamları sana açılsın. O nedenle, içtihat kapısı kapanmıştır diyenlerle, aynı soydan gelir bu birincisini söyleyenler. Şimdi düşünebiliyor musunuz? Bir tane adam vardı, gazetede yazardı. Galatasaray lisesi mezunu. Çekildi gitti dünyadan, dayansın ehli kubur ne diyelim? Daha fazlasını söyleyemiyorum kusura bakmayın. Bilmediklerinizi de biliyorum, haberiniz olsun. Onun için her şeyi söylemediğimden yola çıkarak şunu söyleyim. Acaba hoca, bizim bilmediğimiz neleri biliyor. Anlatabiliyor muyum? Onun için her şeyi söylemediğimizden yola çıkarak suizan etmeyin hakkımızda, efendim. Ben onun için hiç zannetmiyorum ciğerini bilirim, efendim. Ama bu kadar şimdilik, çünkü kişilerle değil sorun şu anda zihniyetle. Her zaman zihniyetle oldu. Şimdi, içtihat kapısı kapanmıştır. O içtihat düşmanı, bir herifti. Bir ömür bekar yaşadı, yüzüne bakınca utanacağı hiç kimse yoktu, ama içtihada hep ateş püskürdü, düşman oldu niye? İçtihat kapısı kapanmıştır diyen bir adamın ettiği nedir? İçtihattır tabi. Dünyanın en büyük İçtihadını yapmış, kapıyı kapatmış. Düşünsenize dama çıkmış, merdiveni çekmiş. İyi de dama çıkmak suçsa sen niye çıktın? Tamam çıkmak iyi bir şeyse, merdiveni niye çektin? Bırak da bizde çıkalım öyle değil mi? İçtihat kapısını kapatan müçtehit, sen ne adi bir şeysin ki, bu kapıyı kapamayı kendine helal görüyorsun da o kapıdan geçmeyi bize haram görüyorsun. Bu kadardı efendim, ben teşekkür ederim. Durumun kendisi ağır olunca, ifadesi de ağır oluyor. Ağır durumlara hafif sözcüklerde ifade edecek yeteneğim yok, kusura bakmayın. Akşam cahil yakıp sabah allame kakanların ergen triplerine rağmen bu böyledir. Yorumun Coşkusu Çok Güzel, Ancak Yetkinlik Şart İlim sahibi olmadan fikir sahibi olma. Önce emek ver, ilgili ilimleri öğren. Evet efendim emek vereceksin, emek veriyorsun lütfen. Beyimiz yattığı yerden, bana tefsir öğretiyor. Ne diyeyim şimdi buna? Ne dememi bekliyorsunuz? Allah aşkına! Bu herif eğer ameliyatlık bir işi olsa, oturur da hanımına şu bıçağı al gel karı efendim hanım ne diyorsa işte. Gel bakalım şurayı ameliyat et aç bir der mi? Ama kendisinin yaptığı tam da bu. Tam da bu. Mutfak bıçağını getirmiş, ameliyat yapıyor. Kendisinin yaptığı tam da bu. Onun için; ilim sahibi olmadan fikir sahibi olma. İddian ne kadar büyükse delilin de o kadar güçlü olmalı. Bu çok önemli bir maddedir, bakınız. Büyük iddialar, büyük deliller ister. İddian çok büyük, ama delilin mini minnacık. Geçen bir örnek yaşadım. Bir hafta üzerimden gitmedi. Bir hafta. Anlatabiliyor muyum? Yani bir Kur’an talebesi, namaz konusunda kendi kendine bir görüşe varmış. Ama 1400 yıllık tüm şey bir tarafa, o bir tarafa. Ama hiçbir şey bilmiyor. Birkaç soru sordum, sıfır. Aman Allah’ım, tepemden kaynar sular döküldü. Yani buraya mı gelecektik, biz onun için mi Kur’an’a çağırdık? Allah aşkına! Yani şairin söylediği gibi; hohlaya hohlaya buzdağını erittik, şimdi çamurdan geçilmiyor. Bu mu? Bunun için mi bu kadar emek verdik? Oturun da jimnastik yapın diye mi? Fikir jimnastiği yapın, diye mi? Yapmayın Allah aşkına. Yani bir daha bir daha bir daha üzülmeyelim yani. Kendi yorumunu “Allah böyle diyor” diye satma, Allah’ı sopa olarak kullanma arkadaşım. O senin yorumun, Allah öyle demiyor. Sen öyle anlıyorsun. Anlayışın doğru olabilir. Bir şey demem. Ama yanlış da olabilir. Onun için şunu de; bu benim yorumum, yanılıyorsam Allah affetsin. Bunu de. Bunu ben diyorum. Sen desen ne olur. Hiçbir şey bilmiyorsun üstelik. Dolayısıyla hiç kimse kendi yorumunu Allah böyle diyor. Şimdi Allah böyle diyor deyince, akan sular durdu. Şimdi ben ne yapayım? Yani Allah’ın kuluna karşı çıkmak, Allah’a karşı çıkmak olacak şimdi. Senin yorumuna karşı çıkacağız ama şimdi sen Allah böyle diyor deyince biz böyle çivi kesildik durduk. Ne yapalım şimdi? Allah böyle diyor dedin çıktın. Ya Allah’ın dediğini sen öyle anlıyorsan. Onun için, mütevazi olmak ben böyle düşünüyorum demektir. Bu düşünce benim demektir. Tevazu budur öbürü kibirdir. Allah, böyle diyor demek kibirdir. Evet. Yorumunu, ayetin makamına koyma. O zaman, ayeti nereye koyacaksın? Yorumunu ayetin makamına koydun. Ayeti koyacağın yer nere? Yer yok ki ayet. Ayet o makamdan alıp yere koyacaksın. Başka bir yer kalmadı. Haddini bil! “Bu benim anladığım, benim yorumum” de. Allahu a’lem de! “Allah en iyisini bilir” de. Evet. ALLAH’IN YASASIDIR Allah’ın yasasıdır. Farklılık, “şetta” farklılık demek. Bu surede geçiyor. İnsani tercihe dayalı bilinçli farklılığa denir. İhtilaf Gece-gündüz, gök-yer gibi tercihe dayalı olmayan doğal farklılık demektir. Zıt ve ezvac geldi. Ezdad ve ezvac geldi. Orada söylemeliydim. Söylemedim. Ezvac; biri olmadan diğeri olmayan, kadın erkek gibi. Ezdad ise; biri olunca diğeri olmayan, yer-gök, iman-küfür gibi. Anlatabiliyor muyum? Dolayısıyla gece-gündüz onun için ezvac ve ezdada örnekleri vermek çoğaltmak mümkün, ama lütfen örnek vermeyi size bırakıyorum. Bu bir uyak olsun. Evet. Farklılık iyidir, zenginliktir. Farklılık iyidir yani. Bir düşünsenize bir sabah kalkmışsınız, ne olmuş? Tüm insanların yüzü aynı. Kiminle karşılaşsanız aynen yani fotokopi makinasından çıkmış gibi aynı yüzle karşılaşıyorsunuz. Böyle bir dünya ister miydiniz dostlar? Böyle bir dünya, iyi bir dünya olur muydu? Bir sabah kalkmışsınız, tüm çiçekler en sevdiğiniz çiçek olmuş. Yani gül, yasemin, hanımeli, leylak efendim, diğer tüm çiçekler gitmiş, yerini bir tek çiçek almış; en sevdiğiniz çiçek. Böyle bir dünya ister miydiniz? Tüm renkler gitmiş, en sevdiğiniz renk. Böyle bir dünya ister miydiniz? Hayır. Hayır. Hayır. Aklı başında herkes hayır diyecek. Peki o zaman, neden farklılıklara karşı tahammülsüzüz? Neden? Farklılık ayettir, yasadır, sünnetullahtır. Gökler ve yer, gece ve gündüz farklı. Bakınız ihtilaf halinde. Ali İmran suresi “vaḣtilâfi-lleyli ve-nnehâr.” Gece ve gündüzün farklılığı ayettir. Ayettir diyor, öyle başlıyor ayet. Dolayısıyla eşler, kadın-erkek, diller, renkler Rum suresi Bakınız dillerinizin ve renklerinizin farklılığı, Allah’ın ayetlerindendir. Nasıl buldunuz? Peki neden bazı dillere karşı, kaysımız, hıncımız kinimiz var? Niye? Allah’ın ayetine karşı mısın? Her dil, Allah’ın bir ayeti. İnsanlığın başına gelen tüm bela bu yasaya karşı savaşmaktır. İnsanlık, başına bela almıştır bundan dolayı. Neden farklılığı yok etmeye çalışır ki insanoğlu? Tarihin tüm zalimleri, farklılık düşmanıdır biliyor musunuz? Dünyayı kimler cehenneme çevirmiştir? Herkes benim gibi inansın. Herkes benim gibi düşünsün. Herkes benim gibi konuşsun. Herkes benim ırkımdan, milletimden, kavmimden olsun. Herkes benim mezhebim, tarikatım, cemaatim, partim, ideolojimden olsun diyenler dünyayı cehenneme çevirmiştir. Katılıyor musunuz bana? Görünen o. Bakınız, ben indirilmiş dinin uydurulmuş dinden ayrılması mücadelesini veriyorum. Eğer biri gelse de bir diktatör gelse de bir Hitler gelse de Allah’ın Mustafa kulu senin dediğine inandım, artık elimdeki imkanların tamamını bu memleketteki uydurulmuş dincilerin kellesini kesip, sıfıra indirmekle efenim kullanacağım dese, zalimsin seninle savaşırım derim. Ya biz anlamadık. Allah’ın Mustafa kulu. Yani anlaşılmayacak ne var ki bunda? Anlaşılmayacak ne var ki bunda? Küfrün varlığına izin vermeseydi, Allah vermezdi. Sen Allah mısın? Şirkin varlığını sıfırlamak isteseydi, Allah sıfırlardı. O’nun yapmadığını sen mi yapacaksın? Yapabilecek misin? Allah’a rağmen mi? “Velev şâe rabbuke leâmene men fî-l-ardi kulluhum cemî’ân” Yunus 99. Eğer Rabbin dileseydi yeryüzündeki herkes iman ederdi, eksiksiz iman ederdi. “Efeente tukrihu-nnâse hattâ yekûnû muminîn Şimdi insanlar mümin oluncaya kadar, insanları zorbalık mı yapacaksın, zorlayacak mısın?” diyor ayet. Yunus 99 dedim bakınız. Yapamazsın, zorlayamazsın. Yeter mi? Yeter bence. SÖZÜN ÖZÜ Tanrıda çokluk şirk üretir, mahlukatta teklik zulüm ve cehennem üretir. Gece ve gündüz, erkek-kadın neye tanık olsun? Farklılığın Allah’ın yasası olduğuna tanık olsun. Evet. Buyurun Leyl suresi işte burada geldi bakınız. “İnne sa’yekum leşettâ.” Şu kelime var ya. Evet. Sizin sa’yeniz sizin çabalarınız, sizin tercihleriniz farklı farklı olacak. Farklı farklıdır. Farklılığı Rabbimiz kabulleniyor ya sana bana ne oluyor? Sizin çabalarınız farklı farklıdır. Evet. ÇABANIZ FARKLIDIR Çabanız iyi içinse sonuç da iyidir. Değil mi? Sure; baştan sona sebep sonuç ilişkisi kurmamızı istiyor. Örneğin çıkış noktanız şunlarsa Paylaşma. “a’ta”. Sorumluluk alma “vetteka”. İyiyi onaylama “sadaka bi’l-husna”. Sonuçta “Fesenuyessiruhu lilyusrâ” kolayını kolaylaştırırız. Öyle geliyor. Ne muhteşem. “Fesenuyessiruhu lilyusrâ” Leyl 7. Dikkat! Çaba insandan “sa’yekum” sizin sa’yeniz sizin çabanız. Başarı Allah’tan “nuyessiruhu”. Sizin sa’yeniz sizin çabanız biz onu müyesser kılarız kolaylaştırırız. Siz çaba gösterin, biz de kolaylaştıralım demektir. Böyledir. Ama önce başlayan kim? Siz. Siz çaba gösterin. Böyle yaparak haşa Allah insanın emeğine mi konuyor? En zor soruyu soralım. Ateistin sorusunu soralım hadi. Hayır, insanın kendine zarar vermesine mâni oluyor. Niye? İnsan narsizmine kapılırsa, yenilirse, kendine zarar verir de ondan. Onun için, insanın kendisine zarar vermesine engel oluyor. Allah’a nispet edilen iyi eylemlerin yorumu. “İyiyi kolaylaştırırız”- “zoru kolaylaştırırız”. Evet. Bakınız birbirinin zıttı bu. İyiyi kolaylaştırırız diyor öbürü de kötüyü tercih ederseniz “Fesenuyessiruhu lil usrâ” aslında lişşer demesi lazım değil mi? Şerri kolaylaştırırız. Hayır, Allah’a şer nispet edilmez. Yani “hayrihi ve şerrihi minallahi teala” iftirasını, bu iftirayı yapanların, ağzına geri sokmak lazım. Evet. Allah, şerden münezzehtir. Dolayısıyla Allah’ın şerri diyorsun veşşerrihi’ Allah’ın şerri. Ha. Sana biri dese ki, “Şerrinden Allah’a sığınırım sen razı olur musun?” Peki Allah’a diyorsun, Allah’ım senin şerrin. Siz nereye dükkân açtınız? Nasıl uydurdunuz bunu? Bir de Müslümanlar bunu ayet zannediyorlar. Amentüyü ayet zannediyorlar. Ne diyeyim ben şimdi? Evet. Şer Kur’an’da geçen içinde şer geçen tüm ayetlerin, baştan sona meta analizini yaptım. Nerde? Esmaü’l Hüsna’da. Hangi isimde? El-Hayr isminde. Lütfen merak edenler baksın. İnsan kendi gururunun seline kapıldığında üretemez. İnsan kendi kendine yettiğinde mutlaka azar. Narsizmine yenildiğinde egosuna kul olur. Bencilleştiğinde insan beyninden, hayvan beynine geçer. Bu çok önemli. Bencilleştiğinde 3 tane beynimizin olduğunu biliyoruz değil mi artık. Bazen 3 tane diyormuşum, böyle yapıyormuşum. Demek ki benim de elimle beynimin arasında, bir kesik kopukluk var herhalde, yabancılaşmış el. Efendim. Üç tane. Biri insan beyni; prefrontal lob, frontal lob ve file korteks. Biri hayvan beyni; limbik sistem. Biri de sürüngen beyni; beyin sapı. Üç tane beynimiz var. Üç beynimizin en tecrübelisi; sürüngen beyni. En tecrübe 350 milyon yıllık ki, herifçioğlu feleğin çemberinden geçmiş. Onun için yılan beynine döküldüğü zaman iş, tıslamak konusunda onunla baş edemezsiniz. Karşıdaki yılanlaştı mı siz selam deyip gidin. Evet. En iyisi selam deyip gidin. Çünkü yılana döndü, 350 milyon yıllık tecrübesi var. Peki, hayvan beynimizin yaklaşık şimdi düşünsenize, hayvan beynimizin bir kısmı var 250 milyon yıllık, bir kısmı var 66 milyon yıllık. 66 milyon yıllık olan en son hayvan beynimize en son gelişen yerler. Nedir? Memeli. Memeli hayvan beynidir. Memelilerin dünyaya gelişi, 66 milyon yıl önce oldu. Geçen hafta bugünler, Meksika’daydım. Amerika’da programım vardı. 3 sunumum vardı. O vesileyle çok gitmek istediğim bir yere, talebelerim Allah razı olsun buradan hepsine teşekkür ediyorum. Beni Yucatan Yarımadası’na götürdüler. Yucatan Yarımadası 66 milyon yıl önce, 10 km çapında bir göktaşının yeryüzüne düştüğü yer. Yeryüzündeki tüm hayatı %75 yok etti. Kalan hayat, okyanusların içinde kaldı. Bir de yerin altındaki mağaralarda ve denizlerde. Tüm dinozorlara son verdi. Kalmış orada burada dinozorlar da açlıktan gittiler. Yeryüzü 8-10 sene gün ışığı görmedi. Karaya düştü 10 km’lik taş taşın kendisi buharlaştı ve 2000 km ötelere kayalar fırlattı ve düştüğü karayı körfez haline getirdi. Meksika Körfezi bugün işte onun eseri. Yucatan Yarımadası onun eseri. Bu yarımadada acayip yeryüzü şekilleri oluşturdu. Bugün Cennotte’ denilen 8000’e yakın obruklar var. 60 metre, 70 metre, 100 metre, 50 metre çapında ve yine 60 m, 70 m, 100 m derinliğinde obruklar. Tabanı deniz seviyesine yakın, su dolu. İşte o zaman, 30 saniye daha geç düşseydi bu taş, yeryüzü 1600 küsur km saatte döndüğü için, denize gelecek etkisi bu kadar büyük olmayacak, dinozorların nesline son veremeyecekti muhtemelen ve dinozorların nesline son veren yeryüzünde hayatı %75 sıfırlayan bu olay olmasaydı, muhtemelen memelilerin önü açılmayacaktı. 30 saniye. Kaç tane atom bombasına eş değer bir güç üretti biliyor musunuz? 8 milyon. 8 milyon Hiroşima’ya atılan atom bombasına eş bir güç ve radyasyon üretti. Yıllar yılı yeryüzü, Mars gibi kaldı. Peki ne oldu? 20 cm üstünde canlı yaşayamadı. Sadece dediğim gibi radyasyondan uzaklaşabilmiş mağaraların içine ta diplere, yüzlerce metre içeri saklanmış canlılar. İşte o zaman yepyeni bir canlı, omurgalılardan memeli canlı türedi. Memeli canlı çok ilginç. Neden memeli? Yumurtasını dışarı bırakamamıştı. Çünkü, canlılar yumurtaları yiyorlar ve ondan ötesi radyasyon yumurtayı yok ediyordu, öldürüyordu. Yumurtasını içinde tuttu, mağaraların ta diplerine saklanan küçücük canlılar. Yumurtasını içinde tutmak için de zorlandı. Zorlanan gelişir. Zorlanınca gelişti ve yavru çıktı. Yavru doğurdu yani. Doğum artık gelişti. Plasenta gelişti. Doğumdan sonra, o yavruyu beslemek lazımdı. Ama süt lazımdı. Ter bezleri, süt bezlerine dönüştü. İşte muhteşem bir ilahi dizayn. Böyle gerçekleşti. Yeryüzünde böyle bir devrim oldu. Onun yerindeydim. Yerinde inceledim. Yerinde gördüm. Allah’ın ayetlerini ve yerinde Alla hu Ekber dedim. Dolayısıyla bu anlamda zorla kolay ne anlama geliyor? Orada bir kez daha anladım. Evet. SONUÇ Sebep-sonuç ilişkisi kurmama ve “bel hum edall”. Kuramama. Sebep-sonuç ilişkisi kuramayan hayvana dönüşür. Çabanız Kötü İçinse Sonuç da Kötüdür Demin çabanız iyiyse sonuç da iyidire gelmiştik değil mi? “Fesenuyessiruhu lilyusrâ” şimdi ya da sizi motive eden güdülerse; mesela Cimrilik “bahile” Kibir “istiğna” Iyi olanı sahte gerekçelerle yalanlama “kezzebe bi’l husna”. Sonuç da doğal olarak şu olur “Ve keżżebe bilhusnâ.” Evet. Ne olur? Güzelliği yalanlar, iyiliği yalanlar Leyl 9. Soru Neden “iyi / hüsna” nın karşıtı “zor / usrâ”da, “kötü / şer” değil? Cevap Biraz önce cevabını verdim. Şer Allah’a nispet edilmez. Kötü Allah’a şer Allah’a isnat edilmez. Bir şey dikkatinizi çekti mi? Kur’an iyiliğe teşvik ederken “namaz, oruç” gibi ibadetlerden söz etmiyor. Paylaşmaktan, iyilik etmekten, pintilik ve sorumsuzluk yapmamaktan söz ediyor. Sonuç Kur’an dinci, ayinci, imancı bir kitap değildir. Kur’an insanlığa, iyiliğe, adalete, sorumluluğa teşvik eden bir hitaptır. AMACI İYİYE REHBERLİKTİR Rehberlik, bizim işimiz. “İnne aleynâ lelhudâ” Leyl 12. Rehberlik bizim işimiz diyor. İlahi rehberliğin araçları İlahi rehberliğin bir aracıdır. İnsan yokken, evren vardı. Doğa-bilim. İnsan yokken, doğa vardı. Akıl-felsefe. Aklı olmayanın, dini olmaz. “La aklelehu ve la dinela.” Aklı olmayanın dini olmaz. İnsanın aşkınla olan iletişimi. Evet. İnsanı kendi yaktığı ateşe karşı uyaran Kur’an. 14 Leyl. “Fe-enżertukum nâran telezzâ.” Evet. “Sizi kışkırtılmış bir ateşe karşı uyarıyorum” diyor. Peki, kim kışkırtıyor bu ateşi? İnsanın kendisi kışkırtıyor. İnsan kendi ateşinde ne zaman yanar? Sorumsuzluğun zirvesine çıkarsa “el-eşqa”. Gerçeği yalanlarsa, yalanı gerçek gibi satarsa “kezzebe”. Ve hakka-hakikate sırtını dönerse “tevella”. Bu üçü de uydurulmuş dincinin standardıdır. Zaten bu ayetlerde bir “dinci” tipten söz ediliyor, bir dinsizden değil. İnsan ne zaman Allah’ın razı olduğu bir kul olur? Sorumlu davranırsa. Ayetlerden gidiyoruz sureden gidiyoruz Leyl suresi. “el-etqa” Servetini paylaşırsa. Arınırsa İyiliğe karşı iyiliği karşılık beklemeden yaparsa. “Ve ma liehadin indehu min ni’metin tucza” …Ve mutlu son. “Ve lesevfe yerdâ.” “Gün gelecek, sonuçtan razı olacaktır.” İnşallah. surenin son ayeti. “Ve lesevfe yerdâ.” Sonuçtan razı olacaktır. Zat öyle demiş ya, “Ben sanırdım ki, Allah benden razı olunca iş tamamdır. Fakat anladım ki, ben Allah’tan razı olunca, Allah benden razı olurmuş.” Allah razı olsun diyen kişi. Sorarım sana, sen Allah’tan razı mısın? Mesele orada. İşte bütün mesele. LEYL SURESİNİN ÖZETİ Zaman görecedir, ister bir geceyi bir ömre bedel yap, ister bir ömrü bir gece kadar bereketsiz. Bu senin elinde. İçini aydınlat. Karanlıkta kalma. Gecedeysen içinden aydınlat, zalamdaysan orayı terk edip ışığa yönel. Gece de gündüz de yaptıklarına tanıktır. Eğer kötülük yapacaksan, kendine Allah’ın yaratmadığı bir gece, gündüz ve dünya bul, orada yap. Her şey zıddıyla kaimdir, çift kutupluluk yaratılmışların yasasıdır. Kur’an’da “mesani”, yani tüm mahlukat gibi çift kutupludur. Onu anlamak istiyorsan, bu niteliğini göz önünde tutmalısın. Farklılık Allah’ın yasasıdır. Dünyayı cehenneme çevirenler, farklılığa saygı duymayanlardır. Çabanız iyi içinse sonuç da iyidir, kötü içinse sonuç da kötüdür. Kur’an’ın amacı; iyiye rehberliktir. Kur’an insanı, kendi yaktığı ateşe karşı uyarır, mutlu sona hazırlar. Rabbim hepimizi o mutlu sonu hak edenlerden kılsın… Âmin EKLER Tavsiye Görsel Tavsiye görselim bu. İzlemiş olanlarınız vardır. Ama izlemeyenler mutlaka izleyenler de bir kez daha izlesin, çok beğeneceksiniz. Bunu niye seçtim biliyor musunuz? Farklı bir çocuk bu. Disleksi olan bir çocuk, öğrenme zorluğu yaşayan bir çocuk. Farklı bir çocuktan ne çıkarmış bir görün. Yani şu farklılıklar var ya şu farklılıklar, her birinde bir özellik bir güzellik olduğunu düşünüyorum ben. En istisnai farklılıklar da dahi bir özellik bir güzellik var. Onun için yeter ki emek verin. Aamir Khan’ın film. Ünlü Hindistanlı Müslüman yönetmen AamiR Khan’ın gerçekten de hakkını vermiş. Tavsiye Kitap Bu sefer resimli bir çocuk kitabı tavsiye edeceğim. “Dişe diş”. Yeni bu kitap, yeni tercüme edildi. David Mekee’nin kitap. Ama kitabın konusu çok muhteşem. Farklılıklara tahammül. Farklılıkları sindirmeyle, çocuklara sindirmeyi öğretmekle alakalı. Onun için, her anne babaya her tabi dayıya ve teyzeye, halaya tavsiye ediyorum. Evet. Tabiat Ayetleri Mısırı nasıl bilirsiniz? Biliyorsunuz mısır bize Mısır’dan geldiği için mısır adını aldı. Ama mısır Mısır’dan gelmedi. Mısır Amerika’dan geldi. Columbus’un 1498’de Amerika’ya gidişi, ondan sonra Cortes’in 1515’lerde Amerika’ya gidişi ve o kafilelerin dönüşüyle ilk defa mısır geldi. Bize mısır böyle geldi doğru. Ama şu anda Amerika’da elan dahi, böyle renkli mısırlar satılıyor. Fakat, mısırın ademi burada. Buğday başağına çok yakın. 10 bin yıllık mısırın yolculuğu. Ot bile değişir ve gelişir, sen ot musun niye değişmiyorsun? Diye getirdim bunu karşınıza. Kusura bakmayın. Eyvallah. Ot iken böyle olduk. “Anadolu İrfanı” “Anadolu irfanı”, tırnak içinde biliyorsunuz bakın o tırnaklar çok önemli. Her şeyi anlatıyor onlar. Yani bir spotumuz var. Bir toplumu yoldan çıkarmak istiyorsanız, ona hak etmediği payeler veriniz. Bu Anadolu irfanı yalanı da işte onlardan biri de onun için bunu aldım. Ve “İzmir’de hacca gideceğim, elinizdeki altınları verin okutup geri getireyim diyerek, kişiyi dolandıran Nurettin Alınca tutuklanmış. Kendisini tebrik ediyor, alkışlıyorum. Lütfen arkadaşlar siz de bir alkış. Evet. Sığır bank kapandı mı zannediyorsunuz? Hayır. Hayır. Bu memleketteki insanlar uyanıncaya kadar, sığır banklar ve sığırcılar kapanmayacak. Anlatabiliyor muyum? Yani hatırlayın bir zamanda ne vardı? Jet vardı, değil mi jet. Eyvallah. Jet vardı. Hala var. E o jetin de şahidi vardı. Onun pazarlamasını yapıyordu, cübbesi var içinde adam yok, sakalı var üstünde yüz yok, sarığı var altında kafa yok. Hala utanmıyorlar ve hiçbir özür dilemiyorlar binlerce insanı mağdur ettiler. Bir zaman da ihlas vardı. Aman Allah’ım! Bu dincilik nasıl bir ahlaksızlık ve nasıl bir soygunculuk ağıdır? Utanıyoruz hep beraber. Hep beraber utanıyoruz. Onların yerine de biz utanıyoruz. Evet. Onun için uydurulmuş dinle savaşmak, aynı zamanda sahtekarlıkla savaşmaktır. Geçen tarım bakanlığı tağşiş listesi yayınladı gördünüz mü? Getireceğim huzurunuza. Yani, hileli gıda listesi. Tüm sektörlerde. O hileli gıda listesinde yüzlerce firma var. Lütfen dönünce bakın. Lütfen bakın. Tarım bakanlığı, hileli gıdaların listesini yayınlıyor. Hileli gıdalarla, sahte balla, sahte yağla mücadele ediyor. Tebrik ediyorum huzurunuzda. Daha da arttırılmasını istiyorum. Ama hileli gıda en çok midenizi bozar. Hileli din, ruhunuzu bozar, hayatınızı bozar, imanınızı bozar. Tarım bakanlığı hileli gıda ile ilgileniyor, peki hileli dinle kim ilgilenecek? Kötü Haber “Bir erkek, kendisine kuma olmayı kabul etmeyen kadını, uçurumdan atıp, başını taşla ezerek öldürdü.” Evet. Halimiz bu. Söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum. Yorumsuzum. No comment. Benim Kahramanlarım Evet. Buyurun. -video- Bence yetmez bir daha. Tebrik ediyorum bu kahramanı ve huzurunuzda eğer sesim kendisine ulaşırsa her kimse ismi neyse, sesim kendisine ulaşırsa, başta Esmaü’l Hüsna’mın üç cildi olmak üzere seçki bir listeyi kitaplarımın listesini, imzalı olarak kendisine ulaştırmak isterim, eğer buraya ulaşırsa. Efenim. Bu derslerin daha fazla kişiye ulaşabilmesi için siz ne yapabilirsiniz? Tekrar okumayacağım. Ama WhatsApp numarasını söyleyeceğim 0549 635 06 05 bu numaradan WhatsApp listesine kaydolabilirsiniz ne yapabilirim sorusunu sorabilir ve cevabınızı alabilirsiniz. Sosyal medya hesaplarımız burada, lütfen takibi eksik etmeyin. Hepinizi tekrar bekliyorum, Allah’a emanet ediyorum. Selamün aleyküm. Bulunduğumuz pozisyonu, aldığımız tutum ve davranışı anlamlı kılan karşıtımızdır… Kötüye karşı iyi olmak, yanlışa karşı doğru olmak, erdemsize karşı erdemli olmak, başarısıza karşı başarılı olmak, çirkinden sakınmak güzele ulaşmak… Rekabet de karşıtlık ilişkisi içinde izah edilebilir. İyiye karşı en iyi olmak da… Güzelin en güzeline ulaşmak da… Doğruda, hakta, hakikatte ısrar da… Karşıtlarınız varsa dirisinizdir, uyanıksınızdır, tetiktesinizdir. Her an sizi geçmeye, yenmeye, alt etmeye hazır birinin yani alternatifinizin olduğu bilinciyle kendinizi geliştirmeye mecbursunuzdur… Rekabet de bir nevi zıddımızla var olabilmektir bu nedenle çok önemlidir. Gereklidir. İnsanlığı da ayakta tutan, medeniyetin gelişim ve dönüşümünü temin eden en önemli faktördür. Sizden farklı düşünen, farklı yorumlayan, farklı gören yoksa aslında siz de yoksunuz demektir… Rakipsizlikle övünmek değil, rakipsizliğe üzülmek gerekir. Her alanda bu böyledir. Bilimde, sporda, sanatta, siyasette, sosyal hayatta rekabet, yarış gelişme için esastır. Rekabet ve yarış yoksa bir süre sonra çürüme başlar. Rakipler birbirini denetler, canlı tutar; yaptıkları işi daha iyi yapmaları için teşvik eder. Rekabetten ürkmemek, kaçmamak, korkmamak gerekir. Rekabete hazır olmak iyidir. Rekabette esas olan dürüstlüktür, doğruluktur, namuslu kalabilmektir. İnsan haysiyetine aykırı bir rekabet geliştirmez, yıkar, yok eder… O nedenle rekabette esas farklılıkların kırmadan, dökmeden, tahrip etmeden ortaya konulabilmesidir. İstanbul seçimlerinin yenilenme süreci yaklaştı ve ortalıkta kaynağı müphem onlarca haber dolaşıyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve bağlı birimlerinin birtakım sivil toplum kuruluşlarına muazzam kaynaklar ayırdığından, çıkar alanları yarattığından, kamusal kaynakları bunlara transfer ettiğinden bahseden bunu birtakım rakamlarla ve tablolarla anlatan haberler siyasi parti liderleri tarafından da zikrediliyor. Haberlerde adı geçen sivil toplum örgütleri açıklama yapıyor, hesaplarımız açık, şeffaf gelin tek bir kuruş bile aktarılmış ise bunu kamuoyu ile paylaşın; İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından bize böyle bir kaynak aktarımı söz konusu değil diyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi açıklama yapıyor, kimseye bir kuruş bile aktarmadık, diyor… Ama hala birileri ısrarla yayılan bu gerçek dışı haberlerin peşinde koşuyor, bunlardan medet umuyor ve rakibini linç edebilmek için her yolu mubah görebiliyor. Sosyal medya yararı kadar zararı olan bir mecradır. İki yüzü kesen bir kılıç gibidir. Kimseye yar olmaz, bugün hakikati saptırarak haber dolaşıma sokup görece başarı elde edenler de yarın aynı şekilde büyük iftira ve isnatlarla mücadele etmek zorunda kalabilirler. Sosyal medya üzerinden gelen bilgi ve belgelerle rekabet ortamında var olmaya çalışanların çok dikkatli olması lazımdır. Gerçek mi değil mi araştırmasına girmeden görülen her şeye belge muamelesi yapmak çok yanıltıcı ve yaralayıcı olur. Konjonktürel bir başarı elde edilse bile rakip yok olursa, incitilirse, esasında bunu yapan da yok olur, incinir ve diriliğini yitirir. Siyasette rekabeti düzmece haberlere, belgelere, metinlere düşürmek yerine gerçekler üzerine kurgulamak daha kalıcı başarılar için esastır, şarttır.

her şey zıddıyla kaimdir ayet