Kavram 1 İSTİÂZE "Kur'an'a başlamak için şeytanı taşlamak ve şerden uzaklaşmak" İstiâze; Anlam ve Mâhiyeti Kur’an ve İstiâze Şeytandan Kurtuluş, Allah'a Sığınmakla Sağlanır Sığınan, Kendisine Sığınılan ve Kendisinden Sığınılan Şeytanın İbâdetlere Tasallutu ve Şeytanı Kaçıran Şey Günümüzde İstiaze Anlayışı Allah'a Sığınma Tarzı Nasıl Olmalı?
İştenamaz budur, okuyup iman etmemek, okuyup okuyup teslim olmamak, okuyup okuyup ihlas ve takvanın hangi anlam geldiğini bilmemektir.Salat ise Kur'an'ı öğrenmek, anlamak, idrak etmek, iman etmek ve ikame etmektir.Yani Allah'ın emir ve yasaklarına göre yaşamaktır.
Güçlüklerdenbiri, Kur'an ve hadislerdeki hangi kavramların tam olarak ahlâk kavramı olduğunun tesbitidir. Meselâ amel-i sâlih tabiri böyledir. Çünkü "hayırlı, iyi, uygun veya yararlı iş, faaliyet" anlamına gelen bu deyim, bu nitelikleri taşıyan hukuk, ibadet, ahlâk ve siyasetle ilgili bütün olumlu faaliyetleri kapsar.
Amel Amel-Niyet İlişkisi: Amellerin değeri, imandan sonra niyete. bağlıdır. Yüce duygu ve amaçlar taşımayan veya kötü amaçlar için yapılan bazı. ameller kişiye fayda sağlamaz. Meselâ, ashâb-ı kirâm Medine'ye hicret ederken. Mekke müşriklerinin kötülük ve baskılarından kurtulmak, Medine'de daha güzel. ibâdet
1 Allah'a, sevabını umarak ve azabından korkarak ibadet etmek. Yani Cennet ümidi veya Cehennem korkusu ile ibadet etmek. 2- Allah'a ibadetle şereflenmek veya onun emirlerine uymak ve kabul etmiş olmak için ibadet etmek. 3- Allah'a, ibadet ve tâzime lâyık olduğu için ibadet etmek. Bu ibadetin en yüksek derecesidir.
Fast Money. Ehl-i sünnet bilginlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişi imanı akli ve dini delillerle güçlendirmediğinden dolayı sorumludur. Peki, amel ne demektir? İman ile amel arasındaki ilişki nedir? Taklidi ve tahkiki iman arasındaki fark nedir? Sizler için, Diyanet’in İlmihal-1 “İman ve İbadetler” kitabında yer alan bilgilere göre, taklidi ve tahkiki iman ve İman ile amel arasındaki ilişkisi hakkında merak edilenleri ve bilinmeyenleri derledik. TAKLİDİ VE TAHKİKİ İMAN NEDİR? Delillere dayalı olmaksızın sadece çevrenin telkini ile meydana gelen ve âdeta kişinin İslâm toplumunda doğup büyümüş olmasının tabii sonucu olarak gözüken imana taklîdî iman denilir. TAKLİDİ VE TAHKİKİ İMAN NASIL AYRILIR? Ehl-i sünnet bilginlerinin çoğuna göre bu tür iman geçerli olmakla beraber, kişi imanı aklî ve dinî delillerle güçlendirmediğinden dolayı sorumludur. Taklîdî iman, inkârcı ve sapık kimselerin ileri süreceği itirazlarla sarsıntıya uğrayabilir. Bunun için imanı, dinî ve aklî delillerle güçlendirmek gerekir. Çünkü deliller, ileri sürülecek şüphe ve itirazlara karşı imanı korur. Delillere, bilgiye, araştırma ve kavramaya dayalı imana ise tahkîkî iman denir. Aslolan her müslümanın tahkîkî imana sahip olması, neye, niçin ve nasıl inandığının bilincini taşımasıdır. AMEL NE DEMEKTİR? Amel, iradeye dayalı iş, davranış ve eylem demektir. Esasen tasdik ve ikrar da birer ameldir. Ancak amel deyince daha çok kalp ve dil dışında kalan organların ameli anlaşılmaktadır. Bu durumda iman ile amel birbirinden ayrı şeyler olmasına, amelin imanın bir parçası olmamasına rağmen, her ikisi arasında çok sıkı bir bağ ve ilişki bulunmaktadır. İMAN ile AMEL ARASINDAKİ BAĞ NEDİR? Ehl-i sünnet bilginlerine göre amel, imanın parçası, rüknü ve olmazsa olmaz unsuru değildir. Bu sebeple bütün dinî esasları kalpten benimsemiş fakat çeşitli sebeplerle buyrukları yerine getirmemiş veya yasakları çiğnemiş olan kimse, işlediği günahı helâl saymadığı müddetçe mümin sayılır. Çünkü AMEL İMANIN AYRILMAZ PARÇASI DEĞİLDİR a Kur'ân-ı Kerîm'de "İman edenler ve sâlih amel işleyenler..." diye başlayan pek çok âyet vardır el-Bakara 2/277; Yûnus 10/9; Hûd 11/23. Bu âyetlerde iman edenlerle sâlih amel işleyenler ayrı ayrı zikredilmiştir. Eğer amel imanın bir parçası olsaydı, "iman edenler" denildikten sonra bir de "sâlih amel işleyenler" denmesine gerek olmazdı. b Bazı âyetlerde iman, amelin geçerli olabilmesi için şart kılınmıştır. Meselâ "Her kim mümin olarak iyi işler yaparsa, artık o, ne zulümden ne de hakkının çiğnenmesinden korkar" Tâhâ 20/112 buyurulmuştur. Eğer iman ile amel aynı şey veya amel imanın parçası olsaydı, o zaman ayrı ayrı zikredilmezdi ve iman, amelin geçerli olmasının şartı sayılmazdı. c Bazı âyetlerde de büyük günahın imanla birlikte bulunabileceği ifade edilmiştir. Bunlardan birinde "Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin..." el-Hucurât 49/9; ayrıca bk. el-Bakara 2/178; etTahrîm 66/8 denilmiş, büyük günah sayılan öldürme fiilini işleyerek ameli terkeden kişilerden "müminler" diye söz edilmiştir. d Peygamber Efendimiz döneminden itibaren büyük din bilginleri, kalbinde imanı bulunduğu ve bunu diliyle söylediği halde dinin emrettiği amelleri işlemeyen veya bazı yasakları çiğneyen kimseleri –yaptıklarını helâl ve meşrû görmedikleri sürece– mümin saymışlar, ancak bu kimselerin günahkâr mümin olduklarını ifade etmişlerdir. Bu, Ehl-i sünnet âlimlerinin ortak görüşüdür. AMELİN GEREKLİLİĞİ VE İMANLA OLAN İLGİSİ NEDİR? Amel ile iman arasında çok yakın bir ilişki vardır. Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetinde iman ile sahih amel yan yana zikredilmiş, müminlerin sâlih amelleri işleyerek maddî-mânevî gelişmelerini sağlamaları ısrarla istenmiştir. Çünkü düşünce ve kalp alanından eylem ve hareket alanına çıkamamış olan iman meyvesiz bir ağaca benzer. Kalpte mevcut olan iman ışığının hiç sönmeden parlaması, giderek gücünü artırması sâlih amellerle mümkün olabilir. Ayrıca imanın olgunluğuna ermek, imanı üstün bir dereceye getirmek ve böyle iman sahiplerine Allah'ın vaad ettiği sonsuz nimetlere kavuşmak için de amel gereklidir. İnsan sadece inanılması gerekli şeyleri tasdik eder, ameli umursamayan bir tavır sergileyip yasakları çiğnerse, dine, Allah'a ve Peygamber'ine olan bağlılığı yavaş yavaş azalır, günün birinde kalbindeki iman ışığı da sönüp gider. O halde amelin hem imanı güçlendirmede üstlendiği rol, hem de müminin cehennem azabından kurtularak nimetlere ulaşmasına aracı olması ve Rabbine karşı kulluk görevini gerçek anlamda yerine getirmesi bakımından önemi çok büyüktür.
Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.Nisa 4/136 İman, ibadet ve ahlak İMAN ; İman tek kudret ve ilim sahibi Yüce Allah’a ve O’nun ilmine, ahengine, şefkatine, azap ve gazabına, heybet ve haşmetine, lütuf ve bereketine, şifa ve mucizesine, mükafat ve cezasına, Arş’daki istivasına kalpten inanmak, bu uğurda nefes alıp, bu uğurda müslüman ve sadık bir mü’min olarak ölmeyi arzulamak, bu imanın getirdiği ibadete dört elle sarılmak, bu iman ve ibadetin bir sonucu olarak güzel ahlak sergilemektir. İBADET ; Yüce Rabbimize gönül vermiş, cenneti arzulayan mü’minlerin O’nun hoşnutluğuna ve mükafatına mahsar olmak için bir imtihan alanı olan bu fani dünyada emredilen şükür gösterme ve bağışlanma dileme esaslarını tümden ve hem mali hem bedeni olarak şeklen ve kalben emredildiği şekilde uygulamaktır. AHLAK ; Yalnız Yüce Allah’a ibadet etmeye söz vermiş insanoğlunun, alçak gönüllü, merhamet, adalet ve şefkat dolu imanı ile yapacağı ibadetin sonucu olarak Allah’ın hoşnutluğunu elde edebilmek gayesiyle kazanmaya çalışacağı güzel yaşam şeklidir. İMAN, İBADET VE AHLAK İLİŞKİSİ; İman bir mümin için varılacak son noktadır ve inanmaktan çok daha fazlasını ifade eder. Bir insana veya bir malzemeye güvenebilir, inanabilirsiniz. Fakat ona, itimat etmek, hayatını teslim edecek kadar güvenmek, ömrünü onu hoşnut edebilmek için geçirmek ve daha önemlisi ondan emin olmak velhasıl ona iman etmek farklı bir şey ve bir yaşam tarzıdır. Bu sonsuz sevgi ve itimat öyle bir şeydir ki beraberinde hem sevip hem korkmayı gerektirir. Bu beraberinde ölene kadar değişmemeyi, son nefesini verirken bile bu halde bulunma isteğini ifade eder. Hiçbir insan bu kadar sevgi ve güvene layık olamaz. Yeryüzündeki egemen hiçbir kuvvet insanoğlunu bu bahsedilen şekilde kendine bağlayamaz. Bu iman sadece Yüce Allah’a ve O’nun Resullerine, peygamberlerine, meleklerine, kitaplarına aittir. İman etmek aynı zamanda yaşamına çeki düzen vermek, ibadetlerini Allah rızası gözeterek yapmak, insanları sevip iyilik etmek ve hayırda yarışıp, hayır peşinde olanları desteklemek demektir. “hayra destek ve yardımcı olan onu yapmış sayılır” bilinciyle güzelliği desteklemek demektir. İman; ibadeti huşu içinde, Yüce Allah huzurunda bulunmanın ciddiyet ve mertebesinde yapmak demektir. İmanlı insanın ibdeti, buyruklara tam itaatin ve gönülden desteklediğinin göstergesidir. İçimizdekini bizden daha iyi bilen Allah’a yapılan ibadet ceza veya mükafata sebepse de ibadet bu mükafat için veya cezadan kurtulmak için de yapılmaz. İbadet sadece Allah rızasını gözederek yapılır. İbadetin kazandırdığı ahlak ta gösterişten uzak ve saf bir ahlaktır ki yine Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak gayesi güder. Gösteriş ve başa kakmadan uzak, menfaat ve beklenti içinde olmadan, yapmak zorunda olduğundan değil fakat yapılmak istendiği için yapılan güzel ve iyi şeylerin tamamıdır ahlak. İnanmadan da ibadet edilebilir ve güzel ahlak sergilenebilir. Hele iyi insan olmak ibadet olmadan da olur. benzer şekilde ibadet etmeden iman etmek de olur. Ancak bu çırpınışlar kişinin, toplumun hoşnutluğunu kazansa da hepsi bir bütün olmadan Allah’ın hoşnutluğunu kazanamaz. Tabiki doğrusunu Allah bilir. Ahlaklı ama ibadet etmeyen ve hatta iman etmemiş birisini Yüce Rabbim kabul buyurursa hangi fani karşı çıkabilir? İman ettiği, ibadetini aksatmadığı halde bir ahlaksızlığı veya zulmü nedeniyle cezaya çarpıtılmayı kim engelleyebilir? Burada bahsedilen aklımızın erdiği kadarıyla, haddi aşmadan ve ayet ve hadislerden çıkardığımız manayladır ki inanmak, şükretmek ve buna göre yaşamak olarak bir bütündür. Haddi aşmak veya yargılamak asla değildir. Doğrusunu Allah bilir. Sahabeler bile Hz. Peygamberimizin istişarelerinde sorduğu sorulara hep “Doğrusunu Allah ve Resulü bilir” diyerek yanıtlarken bizim bu satırlarla hüküm vermemiz mümkün değildir. Burada yazılanlar sadece bir hatırlatma ve öğüt vesilesidir. Özetle Bu dünya imtihanındaki yaptığımız şeylere göre alınacak semere, arzulayarak uğruna İman ettiğimiz o gül Cemal’e kavuşmanın, o sonsuz cennet ikramlarından yararlanmanın tek yoludur. Buna inanmazsak inancımız tam değil demektir. İnanır şükretmez ve af dilemezsek yetersiziz demektir. İnanır, şükreder ancak bu yaşam tarzını üç günlük fani hayatımıza yansıtmaz ve süslü dünya hayatının haşmetine dalarsak kaybettik demektir. Zaten inanan ve ibadet edenin ahlaksız olması, ahlaklı ve ibadetli olanın iman etmemesi, iman edip ahlaklı yaşayanın ibadet etmemesi mümkün değildir. Eğer bir insan bu üçlüden birinde bir zaaf gösteriyorsa o takdirde inancının üçü de zayıf demektir. Daha derin bakarsak iman edilecek şeylerden sadece birinde tereddüt yaşamak üçgenin tümünü yerle bir edecek kadar çetindir. Yahut ahlak üzere yapılacak bir kasıtlı yanlış Allah korusun senelerin uğraşını tek kalemde götürebilir. Unutmayalım ki; iyi insan olmak bir ömür sürer, kötü insan olmak on dakikadır. Allah herkese imanlı, ibadetli, ahlaklı yaşamayı, nefes aldığı her gün imanını arttırmayı, salih amel işlemeyi, velhasıl müslüman olarak ölmeyi nasip etsin. Amin! Devam edecek Ey insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı gerçeği getirdi. O hâlde, kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Nisa 4/170
İman, ibadet ve salih amel Vaaz; İman, ibadet ve salih amel Kıymetli cemaatimiz sohbetimize başlamadan önce bizleri mahlûkatın içerisinde insan olarak yaratması ve insanlar içerisinde de İslam’la, Müslüman olmakla müşerref kılması ve bizleri sayısız nimetlerle donatması sebebiyle Rabbimize kainattaki zerrât adedince hamd ediyoruz. Rabbimiz hamdlerimizi kabul eylesin! Dini ve dünyevî hayatımızda bizlere her daim örnek olan iki cihan serveri efendimiz Hz. Muhammed Mustafa sas’e kâinattaki zerrat adedince salat-ü selam olsun! Rabbimiz Efendimizin şefeatine cümlemizi nail eylesin. Kur’an’ın ve sünnetin nurlu yolundan rabbim bizleri ayırmasın inşallah! Rabbim birliğimizi, beraberliğimizi daim eylesin. Kalplerimizi ve gönüllerimizi iman ve Kur’an’dan yoksun eylemesin. Dünya ve ahirette bizlere her daim iyilik ve güzellikler ihsan eylesin inşallah! Cumanız mübarek olsun.. Bu haftaki Cuma sohbetimize sizlere iman, ibadet ve salih amelden bahsedeceğim inşallah. Öncelikle bu kavramların sözlük ve ıstılah anlamları üzerinde durmak istiyorum. İman’ın Tanımı; Sözlükte “birini söylediği sözde tasdik etmek, söylediğini kabul etmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine güven vermek, şüpheye yer vermeden kalpten tasdik etmek; eman vermek, emin kılmak” anlamlarına gelen iman, ıstılahta, Allah’tan getirdiği ve zarûrât-ı diniyye olarak bilinen hükümleri, haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul ile bunların gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. İslâm bilginleri arasında imanın tanımı ve mahiyeti konusunda bazı farklılıklar bulunmaktadır. İmanı sadece kalp ile bilmek veya dil ile ikrardan ibaret şeklinde tanımlayanlar olmuştur. Ancak Ehl-i Sünnet âlimlerinden Eş’arî ve Maturîdîler imanın, kalp ile tasdik olduğunu, Ebû Hanîfe ise kalp ile tasdik ve dil ile ikrar olduğunu söylemiştir. Buna karşılık bazı âlimler de, kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve organlarla amel etmek olarak kabul etmişlerdir. İmanın esasları Allah’ın varlığına ve birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kader ve kazaya, yani hayır ve şerrin Allah tarafından yaratıldığına inanmaktır. İmanın Allah katında makbul olabilmesi için; İmanda şüphe bulunmayıp kalben kesin olarak inanılması, bütünlük olması inanılması gereken şeylerin tamamına inanılması, iman ve ibadete şirk karıştırılmaması, yeis halinde olmaması ölümden ve ilâhî azapla karşılaşmadan önce olması, dince kutsal sayılan şeyleri, ayetleri, dinî hükümleri küçümsememesi gerekir. Yay. Dini Kavramlar Sözlüğü İbadet’in Tanımı; Sözlükte “itâat etmek, boyun eğmek, kulluk etmek, tevazu göstermek, ilâh edinmek; din ıstılahında, mükellef insanın nefsinin arzusu hilafına Rabb’ına tazim için yaptığı fiil ve niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan ve Allah’a yakınlık kurbet ifade eden şuurlu itâat” anlamına gelir. İbâdet; boyun eğmenin, itâat etmenin, saygı göstermenin ve kulluğun en son noktasıdır. Kur’ân’da Allah’a ve Allah’tan başkalarına ibâdet söz konusu edilmiştir. 82 âyette Allah’a ibâdet kavramı kullanılmıştır. İnsan, Allah’a ibadet için yaratılmış Zâriyat, 51/56, bütün Peygamberler, insanları Allah’a ibâdet etmeye davet etmişler Bakara, 2/83, kendileri de Allah’a ibâdet etmişlerdir Ra’d, 13/36. Kur’ân’da hem “ey insanlar” Bakara, 2/21 hem de “ey mü’minler” Hac, 22/77 hitabı ile Allah’a ibâdet edilmesi emredilmiş ve ibâdetin ihlasla Beyyine, 98/5 ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmadan yalnız Allah’a yapılması istenmiştir Nisâ, 4/36. Kur’ân’da ibâdet kavramının; tevhid Nisâ, 4/36, itaat Bakara, 2/172, dua Mü’min, 40/60, boyun eğmek tevâzu, tezellül, huşû ve istikân Fâtiha, 1/5, îman ve sâlih amel Nisâ, 4/172,173, Allah’ı tesbih ve secde A’râf, 7/206, Allah’ı bilmek ve tanımak gibi Zariyât, 51/56 geniş bir anlamı vardır. Dolayısıyla Kur’ân’da ibâdet kavramı; Allah’ın varlığını ve birliğini ikrar etmek, kitap ve Peygamberlerini doğrulamak, Allah’ın razı olduğu şeyleri yapmak, Allah’ın hükmüne razı olmak, nimetlerine şükretmek, musîbetlere sabretmek, insan haklarına saygı göstermek, onlara şefkat ve merhamet etmek gibi îman, ahlâk, namaz, hac, zekat, oruç, cihad, evlenme, boşanma, helâl-haram, mîras, ticaret, ahde vefa, yemin, keffâret vb. İslâm’ın bütün ahkamını uygulamayı, emir ve yasaklarına riâyeti ve Allah’ın sınırlarını korumayı ifâde eder. Uygulama itibariyle ibadetler, 4 kısma ayrılır 1- Îmân, ihlas, niyet, tefekkür, marifet, sabır, takva, havf ve reca gibi kalbî-batinî ibadetler. 2- Namaz, oruç dil ile zikir, tesbih, tehlil, tekbir, tahmid ve dua, ana-babaya iyilik, insanlara iyi muamele ve sıla-i rahim gibi vücut azalarıyla yapılan ibadetler. 3- Zekat, sadaka, yakınlara ve fakirlere yardım, Allah yolunda infak gibi mal ve servetle yapılan ibâdetler. 4- Hacca gitmek, malı ve canı ile cihat etmek gibi hem mal ve hem de bedenle yapılan ibâdetler. Bir amelin ibâdet olabilmesi için; kişide îmân, niyet ve ihlâs olması ve ibadetin İslâm’a uygun olması gerekir. DİB Yay. Dini Kavramlar Sözlüğü Salih Amel’in Tanımı; Sözlükte “yararlı, iyi ve güzel amel” anlamına gelen amel-i sâlih, din dilinde; îmanın gereği olarak ihlas ve iyi niyetle yapılan, Kur’ân ve sünnete uygun olan her türlü söz, fiil ve davranışlara denir. Kur’ân’da yetmiş iki âyette “amel-i sâlih” “îman” ile birlikte geçmiş, îman edip amel-i sâlih işleyenlere mağfiret, büyük mükâfat ve cennet vaat edilmiştir Bakara, 2/25; Mâide, 5/9. İslâm bilginleri “amel-i sâlihi”; farz, vacip, sünnet, müstehap ve mendup kısımlarına ayırmışlardır. Namaz kılmak ve zekat vermek gibi ibadetler amel-i sâlih olduğu gibi, dürüstlük, doğru sözlülük ve meşru bir işte çoluk çocuğunun rızkını temin için çalışmak da sâlih ameldir. Allah’ın rızasına uygun olan her amele sâlih amel diyebiliriz. Tevbe sûresinin yüz yirminci âyetinde mü’minlerin Allah yolunda açlık, susuzluk, yorgunluk ve sıkıntıya uğramaları, bir yeri zaptetmeleri, kâfirlere karşı zafer kazanmaları salih amel olarak ifade edilmiştir. Sâlih amel ile sevap elde edebilmek için insanın mutlaka imanının bulunması ve şirkten uzak olması gerekir Kehf, 18/110. Îman, ibadet, Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına uymak amel-i sâlih kavramına dâhildir Kehf, 18/30; Buhârî, Îmân, 18 II, 12. Kur’ân’da îman edip salih amel işleyenlerin, yaratıkların en hayırlıları olduğu bildirilmiştir Beyyine, 98/7. Allah’ın rızasına uygun olmayan her türlü inanç, söz, fiil ve davranışlara amel-i gayr-i sâlih denir. Bu kavram, sâlih amelin zıddı olup Kur’ân’da bir âyette geçmiştir Hûd, 11/46. Sâlih olmayan amel, Kur’ân’da amel-i seyyie olarak da ifade edilmiştir. Amel-i seyyie; sözlükte kötü ve zararlı amel anlamına gelen bu tabir, din dilinde, Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına uygun olmayan, sahibinin günaha girmesine sebep olan söz, fiil ve davranışlara denir. Bu tâbir Kur’ân’da amel-i sâlih’in zıddı olarak kullanılmıştır Tevbe, 9/102; Fâtır, 35/10; Mü’min, 40/58. Nisâ suresinin 123. âyetinde “Kim kötü bir amel işlerse onunla cezalandırılır” denilmiştir. DİB Yay. Dini Kavramlar Sözlüğü Îman, kalbin amelidir. Çünkü imanın yeri kalptır. Kuran’ı Kerimde imanın kalbe ait bir salih amel olduğu, Nuh oğlunun Allah’ı inkar ve isyan etmesini “salih olmayan bir amel” işlediği ifade edilerek bildirilmiştir “Allah ey Nuh! O gemiye binmeyen oğlun senin ailenden değildir. O’nun yaptığı salih olmayan bir ameldir…” Hud, 11/46. Bu ayet-i kerimeden ilk salih amelin iman olduğunu anlıyoruz. Yine bu anlamda diğer bir ayette şudur Salih amel, Kuran’da iman anlamında, küfür kelimesinin zıddı olarak kullanılmaktadır “Her kim inkar ederse, inkarı kendi aleyhinedir. Ve kim de salih amel işlerse, kendileri için rahat bir yer hazırlamış olurlar” Rum, 30/44. Kur’an’da iman ile salih amel pek çok ayette birlikte zikredilmiş ve bunların etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayacağı vurgulanmıştır. İman dikilen bir meyve fidanına benzetecek olursa amel de onun dibinin çapalanması, sulanması zararlı dalların budanmasıdır. Eğer bunlar yapılmazsa nasıl ki meyve fidanından fayda elde etmezsek ve zamanla o fidan kuruyup gidecekse salih amelle beslenmeyen desteklenmeyen iman bizi son nefese kadar götürmeyebilir, bu da kişi için felaket demektir. Rabbim son nefesimizde de bizlere iman nasip eylesin! “Kişi nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse de öyle haşrolunur” sözü bizim kültürümüzde önemli yer etmiştir. Amel imandan bir cüm müdür? Değil midir? Konusuna girip kelamî bir tartışma yapmak istemiyorum ama şunu ifade etmeliyim ki; amelsiz iman olmaz, o iman bizi daha önce de belirttiğim gibi ötelere götüremez. Karşı karşıya kaldığımız ciddi imtihanlarda Allah’a isyan edip haşa ve kella imandan çıkabiliriz. Bundan dolayı hayatımızı salih amellerle donatmalıyız. Tabii ki imanımız üzerine güneşin doğup battığı her şeyden çok daha değerlidir. Amelin Allah katında değer bulabilmesi için onun iman dairesi içerisinde olması lazım yani; Bir amelin salih olabilmesi için ameli işleyen kimsenin mümin olması, şirk ve gösterişten uzak durması, ameli iyi bir niyet ve ihlasla yapması ve amelin İslam’ın prensipleriyle çatışmaması gerekir. İnanmayan bir insanın yaptığı güzel, faydalı, işler “salih amel” kapsamında değerlendirilemez. Çünkü amelin sıhhati için imanın gerekli olduğunu Yüce Kitabımız Kur’an şöyle ifade etmektedir “Kim iman esaslarını inkar ederse o kimsenin ameli boşa gider” Maide,5/5 Bakınız Kur’an, mü’min olmayanların işlediği salih amelleri nası tasvir ediyor; Yüce Allah inkar edenlerin amellerini fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle ve seraba benzetmektedir. Mümin olmayanlar, kıyamet gününde yaptıkları amellerden hiçbir şey elde edemeyeceklerdir “Rablerini inkar edenlerin durumu şudur Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu küle benzer. Dünyada kazandıkları hiçbir şeyin ahirette yararını görmezler. İşte bu derin sapıklıktır.”İbrahim 14/18 İman edip salih amel işleyen, hakkı ve sabrı insanlara tavsiye eden insan ziyana uğramaktan kurtulur “Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka Onlar ziyanda değillerdir Asr,103/1-3 anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir. Yüce Allah’ın cennette yüksek derecelere nail olmayı imanla beraber salih amele bağlamış ve bu konuda şöyle buyurmuştur “Kim de O’na salih ameller işlemiş bir mümin olarak gelirse, işte onlar için yüksek dereceler vardır.” Ta-ha, 20/75 Yine aynı şekilde; “İnanan ve salih amelleri işleyenleri, altlarından nehirler akan cennetlerle müjdele…”Bakara, 20/25 buyurarak müjde yalnızca imana değil aynı zamanda salih amele de bağlanmıştır. Peygamber efendimizin hayatına ve imanına baktığımızda O’nun imanının sadece sözden ibaret olmadığını yine Peygamberimiz en yakınlarından başlayarak İslam’a davet faaliyetini sürdürmüş ve bu hususta büyük bir başarı elde etmiştir. Hz. Peygamberin davetinin başarıya ulaşmasının en büyük nedeni, bizzat kendisinin, davet ettiği dine samimiyetle bağlanması ve İslam’ın imani ve ahlaki prensiplerini kendi hayatında uygulaması gelmektedir. Gerçekten O, İslam’ın insanlara yüklediği yükümlülüklerden kendisin hariç tutmamış, farzları önce kendisi uygulamış, yasaklara önce kendi uymuş ve salih amelleri pratik olarak ümmetine bizzat göstererek örnek olmuştur. O ferdî, ailevi, idari ve ekonomik faaliyetlerinde daima Allah rızasını ön planda tutarak hayatının bütününü ibadet olarak geçirmiştir. Onun gerek mabet içi ve dışı bütün hayatı salih amellerle bezenmiştir. Peygamberimiz, iman ile amelin birbiriyle olan bağlantısını şöyle ifade etmektedir “Üç haslet vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar Allah ve Resulünü, Allah ve Resülünden başka her şeyden fazla sevmek, Sevdiğini Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek, asla istememek.” Buharî, İman, 9, No 16. I, 9-10. Bir başka hadislerinde Peygamberimiz iman ve hayat ilişkisine şöyle dikkatlerimizi çekmektedir “İman yetmiş veya altmış küsur şu’be hasletdir. En yükseği, “Allah’tan başka ilah yoktur” demek; en aşağısı ise, yoldan, eziyet veren şeyleri gidermektir. Utanmak da imanın bir şubesibirimidir.” Müslim, İman, 12 No 58 I, 63. Sevgili Peygamberimiz salih amellerin bizimle birlikte ölüm ötesine de gideceğini, kabirden içeri yalnız iman ile birlikte salih amellerimizin gireceğini şöyle vurgulamaktadır “Ölüyü kabre kadar üç şey takip eder; ikisi geri döner ve biri onunla daima beraber olur. Ailesi, malı ve ameli onu kabre kadar takip eder, ailesi ve malı geri döner, geriye yalnızca onunla birlikte ameli kalır” Buhari, Rikak, 42, III, 193. Bir başka hadiste ölümden sonra hayatta iken yaptığımız bir kısım salih amellerden dolayı elde edilen sevapların devam edeceğini şöyle ifade etmektedir “Mü’min kişiye, hayatta iken yaptığı amel ve iyiliklerden, öldükten sonra ulaşanlar, öğretip neşrettiği bir ilim, geride bıraktığı salih bir evlad, miras bıraktığı bir mushaf kitap, inşa ettiği bir mescid, yolcular için yaptırdığı bir bina, akıttığı bir su, hayatta ve sağlıklı iken verdiği bir sadakadır. Ölümünden sonra kişiye işte bunlar ulaşır.” İbn Mace, Mukaddime, 20, I, 22. İbadetle ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapabiliriz; İbadet, sadece namaz ve Allah’ı zikretmekten ibaret değildir. Rabbin rızasını talep, emrini yerine getirmek için yapılan her sâlih amel bir ibadettir. Bir mümin, Allah’ın bütün emir ve yasaklarına uymakla ibadet etmiş olur. Hatta yeme, içme ve yürüme gibi mubah olan ameller, bedenen sağlıklı olmak amacıyla yapıldığı zaman ibadet olur. Rabbim kendisinin bizlerden razı olacağı salih ameller işlemeyi bizlere nasip ve meyesser eylesin. Cenab-ı hak nefislerimizin ve şeytanların şerlerinden bizleri muhafaza eylesin. Cumanız mübarek olsun Allaha emanet olun! Hüseyin YILDIRIM Balışeyh Müftüsü İman, ibadet ve salih amel
Hadis Ve Sünnet Kavramlarının Anlamları Kısaca Misafir Üye arkadaşlar, hadis ve sünnet kavramlarının anlamlarını öğreniniz kısaca nedir araştırınız lütfen. Cevap Hadis Ve Sünnet Kavramlarının Anlamları Kısaca Rüya Gözlü Hadis Ve Sünnet Kavramlarının Anlamları Kısaca “Hadiѕ” حديث kelimesi sözlüktе, “уeni olan”, “sonradan meуdana gelen”, “söz” ve “haber” anlamlarında kullanılır. Bu kelimeden türeyen fiiller “bir şеyi habеr vermek, anmak ve аnlаtmаk” gibi аnlаmlаr ifаdе etmektedіr. “Hadіs” kelіmesі başlangıçta, “Hz. Pеygambеrіn sözü” anlamında kullanılmıştır. Ancak hadiѕ bir ilim dalı hâlinе geldikten sоnra bu kavram; “Hz. Peуgаmberin sözlеrі, fiillеri vе takrіrlerі” olаrаk tarif edilmiştir. Hatta peygаmbere yakınlıkları sebebiyle sahabе ve tabiine ait söz vе uygulаmаlаr dа bu kаvrаmа dâhil edilmiştir. Bu manada hadіs, sünnet іle eş anlamlıdır. “Sünnet” sözlükte “yol, gіdіşat, hâl, tavır, yaşam bіçіmі, çığır, kanun” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Sünnet kelіmeѕіnіn çоğulu “ѕünen”dir.
Allah'a hamd, Rasûlü'ne salât ve selam olsun... Bir şeyi yapmadan veya bir şeye başlamadan önce kişinin, o meseleye dair bilgisinin olması gereklidir. Aksi hâlde ıslah edeyim derken ifsat eder. İmam Şafii rahimehullah 'Kişinin üzerine, bir şeyi yapmadan önce onu öğrenmesi vaciptir.' demiştir. Aynı şekilde Ömer radıyallahu anh 'Alışveriş fıkhını bilmeyenler bizim çarşı pazarımıza gelmesin.' demiştir. Çünkü, fıkhını bilmeden alışveriş yapan bir kişi; ya faiz yiyerek Allah'ın hakkına girer ya kendisiyle muamelede bulunduğu kardeşlerinin hakkına girer veya kendisi zarar eder. Ancak her hâlukârda bir düzensizlik meydana gelir. Şöyle de örneklendirebiliriz; kişinin evlenmeden önce evlilik fıkhını bilmesi gerekir, ta ki karşısında kendisiyle muamelede bulunacağı insana nasıl davranması gerektiğini öğrensin. Evlenmeden önce fıkhını öğrenmeyenlerin hâlini, çevremizdeki ailelerin durumu en güzel şekilde tefsir etmektedir. Amel meselesi de aynen diğer meseleler gibi öncesinde fıkhının bilinmesini gerektirir. Aksi hâlde istenen fayda elde edilemez. Bizler Müslümanlar olarak amellerimizle Allah'ı razı etmeyi umuyoruz. Allah'ın neyden razı olduğunu, neye gazap ettiğini ve neye ecir verip neyi de cezalandırdığını bilmiyorsak O'nu razı etmemiz mümkün değildir. Allah ve Rasûlü, amellerde nelere dikkat etmemiz gerektiğini bize bildirmişlerdir. Biz de bu unsurları açıklamaya çalışacağız Allah'ın izniyle. 1. İhlas Amel konusunda dikkat edilmesi en mühim unsurlardan biridir ihlas. İhlas varsa amel var, ihlas yoksa amel yoktur. İhlas, kişinin amellerinde sadece Allah'ın rızasını kast etmesidir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyuruyor "Onlar, Allah'a ihlaslı bir şekilde hanifler olarak ibadet etmekten, namazı kılmak ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar." 98/Beyyine, 5 Allah subhanehu ve teâlâ bizden ayette de belirttiği üzere amellerimizde sadece onun rızasını gözetmemizi, bu şekilde kulluk görevimizi ifa etmemizi istiyor. Aksi takdirde amellerimizi Allah'tan başkalarının rızasını gözeterek yaparsak, kıyamet gününde bizi kendisi için amel ettiklerimizle baş başa bırakır. Dünya hayatında da ihlassız amellere ceza olarak, Allah subhanehu ve teâlâ bereketini çeker. Yaptığımız amel ilim olsun, davet olsun, cihad veya başka bir amel olsun fark etmez. Düşünsene kardeşim! Belki yıllarca İslam uğrunda amel etmiş, geceni gündüzüne katmışsın. Dünyadan elini eteğini çekmiş, önemli olan davadır demişsin. Hâliyle kıyamet gününde amellerine arzolunurken, sen dağlar misali amellerini bekliyorsun. Derken gerçekten senin o beklediğin ameller, aynıyla senin önüne konuyor. Ancak tam bu sırada senin dünyadayken çok duyduğun, ancak önemsemediğin bir kavramı sürüyorlar İhlas... Ve sana deniyor ki 'Bu amellerinde Allah'ın rızasının dışında rızalar gözetmişsin ey kul!' 'Peki sonuç? Amellerim ne olacak?' diyorsun. "Yaptıkları her işin önüne geçtik ve onu savrulmuş toz zerreleri kıldık" 25/Furkan, 23 ayeti tahakkuk ediyor. O kendisine ümitler bağladığın amellerin, ayaklarının altındaki değersiz birkaç toz zerresi oluveriyor... İşte ihlassızlığın vahim sonucu... İhlas Hakkında Yanlış Anlaşılan Bir Nokta Fudayl bin İyad rahimehullah diyor ki 'İnsanlar için ameli terk etmek riyadır. İnsanlar için amel etmek şirktir. İhlas ise Allah'ın seni bu iki durumdan kurtarmasıdır.' Kardeşim! Bizim öyle bir düşmanımız var ki ayette Allah subhanehu ve teâlâ onu 'açık düşman' olarak isimlendirmiştir. Bu düşman, kulu sırat-ı mustakimden saptırmak için her yolu değerlendiriyor. Kulu ifrata veya tefrite yönlendirdi mi amacına erişiyor. Bu konuda özellikle ihlaslı olmaya hırslı Müslümanları; şeytan, ihlas ile aldatıyor ve salih amellerden alıkoyuyor. Misal olarak; bir ayet okursun "Kim Allah'a güzel bir borç verirse o ona kat kat arttırır." 2/Bakara, 245 'Madem Allah katlarca fazlasını veriyor o hâlde ben de bugün infakta bulunacağım' dersin. Tam sadaka kutusuna yaklaşırsın ki şeytan sağdan yanaşır 'Bu kadar insanın içinde de infak edilmez ki. Bak! İçinde riya olan amel, olmasa daha iyi. Ahiretini düşün.' Şeytan bu şekilde bizi salih bir amelden alıkoyduktan sonra bizim o ruh hâline bürünmemiz zaten neredeyse mümkün değildir. Veya mescide girersin. Bir an 'tahiyyetü'l mescid namazı kılayım' dersin. Ancak kimsenin kılmadığını görünce 'İhlassız olan amel, olmasa daha iyi' der ve bir köşeye büzülürsün. Böylece şeytan, sana ihlas adı altında bir ameli daha terk ettirir... Ve daha sayılamayacak kadar, sadece muhasebeyle anlaşılabilecek benzeri misaller... Eğer biz ihlaslı bir kul olmak istiyorsak üzerimize ciddi bir muhasebe gereklidir. Her amelimizin öncesinde ve sonrasında 'ben bu ameli ne için ve kimin için yapıyorum' diye nefsimizle hesaplaşmamız gerekir. Çünkü, ihlasla problemi olmayanın ihlasla problemi vardır. Yani kendisine ihlası dert edinmeyen, sadece bir kitapta karşılaştığında veya bir derste dinlediğinde hatırlayan kişi ihlaslı olamaz. Bu şekilde muhasebeden uzak kalanların kendilerini muhasebe ettiklerinde görecekleri şey, riya kırıntısı değil riyanın ta kendisidir. Allah subhanehu ve teâlâ bizi muhlis kullarından eylesin. Kardeşim! Sen amellerini yaparken, ibadetlerini Allah'a sunarken ya ihlaslısındır veya riyakâr. Bunun dışında bir seçenek yok; ya Allah'ın rızası ya da kulların. Peki bizim bu iki seçenekten hangisine ihtiyacımız var? Eğer biz Allah'ın rızasını istiyorsak, O'nun cemalini görmeyi istiyorsak, O'nun cennetlerini, Firdevs-i Âlâ'yı istiyorsak, O'nun hayali bile mümkün olmayan muhteşem ve muazzam nimetlerini istiyorsak o hâlde ihlasa ihtiyacımız var. 2. Sünnete Uygunluk Amellerimizin kabul olunabilmesi için gerekli olan şartlardan biri de sünnete uygun olmasıdır. Sünnete uygun olmasından kasıt, amellerimizi kendi şahsi düşüncelerimize göre değil de Rasûlullah'ın yaptığı gibi yapmaktır. Allah subhanehu ve teâlâ kıyamet gününde bize amellerimizi neye göre yaptığımızı soracak. Amellerimizi Allah Rasûlü'ne tabi olarak onun gösterdiği şekilde yaptığımızı söyleyebileceksek ne mutlu bize. Aksi takdirde amellerimizi ne kadar da ihlasla yapmış olsak bize fayda sağlamayacaktır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor "Kim bizim bu işimizde onda olmayan şeyleri yaparsa o reddolunur, kabul olunmaz." Muttefekun Aleyh Aynı şekilde Allah subhanehu ve teâlâ buyuruyor ki "Kim Rabbine ve ahiret gününe kavuşmayı umuyorsa salih amel yapsın ve Rabbine hiçbir şeyi ortak koşmasın." 18/Kehf, 110 Âlimler genel olarak bu ayeti şöyle anlamışlardır "Salih amel yapsın"dan kasıt; sünnete uygun olsun manasıdır. "Rabbine hiçbir şeyi ortak koşmasın" dan kasıt ise; ihlaslı olsun manasındadır. Sahabeler, Allah Rasûlü'ne en güzel şekilde tabi oluyorlardı. Hayatlarının her alanında onu kendilerine örnek ve önder olarak alıyorlardı. "Bir gün Peygamber, sahabesiyle birlikte namaz kılarken Cibril, Peygamber'imize gelip ayağında necaset olduğunu haber veriyor. Peygamber, bunun üzerine ayakkabısını çıkarıp kenara koyuyor. Sahabeler, Peygamber'imizin ayakkabısını çıkardığını görünce onlar da çıkarıp kenara koyuyorlar. Namazdan sonra Allah Rasûlü sebebini sorunca 'Ey Allah'ın Rasûlü! Senin çıkardığını görünce biz de çıkardık.' diyorlar. Bunun üzerine Allah Rasûlü durumu onlara izah ediyor." Ebu Davud Bu olayda sahabenin Allah Rasûlü'ne muvafakat etmedeki hırslarını görüyoruz. Sahabe, Allah Rasûlü'nün yaptığı şekilde amel etme konusundaki titizliğiyle beraber, Allah Rasûlü'ne tabi olmayıp yeni yollar edinenleri şiddetle eleştirmişlerdir. Mesela "Ebu Musa El-Eş'ari mescidde insanların halka hâlinde sesli zikir yaptıklarını görür. Bu olayı, İbni Mesud'a haber verir. İbni Mesud gelir ve der ki 'Kötülüklerinizi sayın! Böylelikle ben de sizin hiçbir iyiliğinizin zayi olmayacağını garantileyeyim. Yazık size! Ne çabuk helak oldunuz Muhammed ümmeti! İşte Rasûlullah'ın ashabı aranızda. Elbiseleri bile henüz çürümemiş. Kullandığı kaplar kırılmış değil. Canım elinde olan Allah'a yemin olsun ki ya siz Muhammed milletinden daha doğru bir millet üzeresiniz veya sapıklık kapılarını açmaktasınız.' " Dârimi Genel manada Allah Rasûlü'nün yaptığı amellerden birini terk etmek veya ona ittibayı terk etmek, başlangıç olarak bizi sadece 'Bu amelinde Allah Rasûlü'ne tabi olmayı terk etti' konumuna düşürse de sonuç itibarıyla önümüze tahmin edemeyeceğimiz sorunlar çıkarabilir. Örnekler verelim "Allah Rasûlü Necm suresini okudu, secde etti. Orada bulunan herkes secde etti. Bir adam eline toprak alıp alnına götürdü ve 'bu kadarı bana yeter' dedi. Ben onu daha sonra Bedir'de kâfir olarak öldürülmüş buldum." Buhari "Tebük gazvesinde Allah Rasûlü emretti 'Kuvvetli binek sahipleri bizimle savaşa katılsın.' Bu emre muhalefet eden adamlardan birisini, devesi düşürdü ve adam öldü. Orada bulunanlar 'O adam şehiddir.' dediler. Allah Rasûlü, Bilal'e şöyle nida etmesini emretti 'Cennete asiler giremez.' " Abdurrezzak, Musannef Allah bizleri kendi yolunda ihlaslı ve sünnete uygun olarak mücadele eden ve bu hâl üzere iken huzuruna kavuşan kullarından eylesin.
iman ibadet ihlas sünnet ve amel kavramlarının anlamları